Günümüzün söyleşi modasına uyup, sırtımıza kamera, elimize bir mikrofon alarak yoldan geçen kişilere; “Mayıs ayı tarihimizde size neyi hatırlatıyor?” diye sorsak. Umarız ki, alacağımız cevap:
“19 Mayıs 1919 Atatürk’ün Samsun’a çıkışı, 29 Mayıs 1453 Fatih’in İstanbul’u fethi..” olacaktır.
Bir başka soruyu ekleseniz ve deseniz ki “Tarihimizde en çok kimin ve hangi olayın üzerine şiirler söylenmiştir?” sormakla kalmasanız bir de çetele tutsanız. Araştırmanızın ve alacağınız cevaplar sonucu değiştirmeyecektir :
“Atatürk ve19 Mayıs, Fatih ve fetih…”
Fatih Sultan Mehmet; Dünya Tarihi’nde bir çağı kapayıp yepyeni bir çağ açan Türk… Atatürk; bir dünya savaşı sonunda kurulan yeni dünyada, yoktan yepyeni bir Türk devletini var eden Koca Türk…
İstanbul’un fethi, kuşkusuz dünyanın en büyük zaferidir. Ama, canı pahasına bir kurtuluşun adımını Samsun’da atarak kurtlar sofrasından yalnızca İstanbul’u değil, bir vatanı yeniden fethetmek, kurtardığı vatanın yönetimini ulusuna bırakmak, dünya döndükçe örnek alınacak zaferlerin en büyüğüdür.
19 Mayıs’tan, 29 Mayıs’a Atatürk’ten Fatih’e, ya da Fatih’ten Atatürk’e o kadar çok kesişme noktaları var ki..
Tarihe, İstanbul’un alınması Fatih’in en büyük başarısı olarak geçmiştir. Bu olay, Büyük Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşu yolunda yapılan önemli işlerin başlangıcıdır. Atatürk de kurtuluş zaferini kılıçla kazanmıştır. Ancak o, bu zaferi asıl kazanılması gereken idari, ekonomi, eğitim ve sosyal zaferlerin bir başlangıcı olarak ilân etmiştir.
Fatih, İstanbul’u alır almaz ilk işi yeni bir örgütlenme biçimi kurmak oldu. Rumları din işlerinde serbest bıraktı. Adıyla anılan caminin etrafında, zamanın üniversitesi sayılabilecek medreseler yaptırdı. Her yandan hocalar gelmesini teşvik etti. Maddi ve manevi her özveriyi gösterdi.
Atatürk’de büyük bir teşkilatçıydı. Cihân harbinin enkaz halinde bıraktığı devletten yepyeni bir devlet çıkarmak için gereken unsurları topladı. Yeni bir gelecek için yeni bir yönetim aracı işlemeye başladı. Üniversiteler açtı. Yurt dışından bilim adamları davet etti. Çünkü geleceğin güvencesi, yetişecek olan gençler olacaktı.
Genç yaşta ikinci defa tahta geçen Fatih, kendini fikir ve siyaset açısından hazırlamıştı. Dünya tarihi hakkında bilgi sahibiydi. Özel hayatında ve konuşmalarında bir fikir adamı niteliklerini taşıyordu. İyi düşünüyor, danışıyor, tartışıyordu. Eleştiriye hoşgörü gösteriyordu.
Atatürk büyük bir siyasetçiydi. İyi bir talihi hak etmiş birçok milletin, hatta hesapsız akan kanlar pahasına kazanılmış zaferlere rağmen; dar görüşlü politikacılar tarafından nasıl felâkete sürüklendiklerini biliyordu.
Fatih bilginleri, sanatkârları korumak, onlara saygı göstermek açısından atalarından ileri gitmişti. İstanbul’a dünyanın dört bir yanından sanatkârlar toplamıştı.
Öte yandan Cumhuriyet kurulduktan sonra devrin bütün yazarları, sanatkârları Atatürk’ün etrafında, geniş ışıklı bir halka oluşturmuşlardı. Özetle ve mealen “Efendiler, Cumhurbaşkanı dahi olabilirsiniz, ancak sanatkâr olamazsınız” sözleri, Atatürk’ün sanatkârlara verdiği önemin bir anlatımıydı. Aydınlar ve sanatkarlar, Atatürk’ün devrimlerinin ulusça benimsenmesinde, uyandırmış olduğu efsanenin etkisinin yayılmasında büyük rol oynamışlardı.
Fatih, dönemin askerlik ve teknik ilimleriyle de ayrıca kişisel olarak ilgileniyor ve bundan zevk alıyordu. Fikir adamı sıfatı ile üstün olan padişah, iş adamı sıfatıyla da gerekli olan becerilerin tümüne sahipti. Tedbirli, sabırlı, iradeli, yerine göre atılgan ve cesur, uzağı görür, devlet işlerinde yapıca, örgütçü, savaşta üstün komutan ve kahramandı. Adam tanımak, adam yetiştirmek işi ehline vermekte uyanıktı.
Atatürk, vatan savunması için silahı eline aldığı, emir ve komuta mevkiine geçtiği günden beri yenilmemiş bir askerdi. Bütün ülke yenilgiye düştüğü anlarda, o sürekli galip gelmenin sırrını bulmuştu. O bir iyileştiriciydi. Müslüman dünyayı çeşitli derecelerde tutsaklığa uğratan manevi zincirleri keşfetti. Onları birer birer koparttı. O bir yol göstericiydi. Yönetimde, politikada, sosyal hayatta, sanatta, zevkte en güzel kuralları koydu, gösterdi. O bir hatipti. Dilimizi ulusumuza tekrar kazandırdı.
O’nun sesi, gelecek kuşaklara örnek oldu. O ses, sağlam bir mantığa dayalı, yalınlık, yücelik, perdesi uzaklık ve derinlik veren, içten gelen bir sesti.
Fatih’in din anlayışı tutuculuktan uzaktı. Din ve millet ayırmamış, bütün halkına aynı şefkat ve adaleti göstermişti. Türkler ve Müslümanlar tarafından büyük bir saygı ve hayranlıkla karşılandığı gibi, yönetiminde bulunan Hıristiyanların çoğu tarafından da aynı içtenlikle seviliyordu. Zekası, zerafeti, hatta kerametleri çeşitli fıkralarla anlatılıyordu.
Aynı özellikleri Atatürk’te de görmekteyiz. Atatürk’ün devrimlerinin en önemlilerinden biri din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve inanç özgürlüğüydü. Bir başka anlatımla Cumhuriyetin temel ilkesi laiklikti. Atatürk ırk, dil, din, mezhep ayrımı yapmaksızın “Ne mutlu Türküm diyene” demişti. Osmanlı tarihini iyi biliyordu. Padişah ve vezirler hakkında ayrı ayrı hüküm ve fikir sahibiydi. En çok takdir ettiği padişahlar arasında Yıldırım, Fatih, Yavuz ve Üçüncü Selim vardı.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: 19 Mayıs – 29 Mayıs kesişmesinde, Türkiye Cumhuriyetine giden çizgi ile, İstanbul’un fethine giden çizginin birleşmesi dışında, Fatih Sultan Mehmet ile Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bir çok yönlerinin de kesiştiğini saptamak mümkündür.