reklam
reklam
DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

Cennet Cehennem’den Sertavul’a

Yayınlanma Tarihi : Google News
Cennet Cehennem’den Sertavul’a

“Çok eski zamanların birinde bir kral varmış, çocuğu olmuyormuş. Dileklerde, adaklarda bulunmuş ve güzeller güzeli bir kızı dünyaya gelmiş. Bu çok sevdiği kızının üzerine titrermiş. Kızının geleceğini öğrenmek için bir falcıyı sarayına çağırıp sormuş. Falcı, kızının yılan tarafından sokularak öleceğini söylemiş krala… Bunun çaresini arayan kral, kıyıya yakın denizin ortasındaki küçük adanın üzerine bir kale yaptırmış ve kızını güvene aldığını düşünmüş. Gel zaman git zaman kızının canı üzüm isteyince saraydan bir sepet içinde üzüm gönderilmiş adaya. Ne var ki sepete gizlenen yılan kızı sokarak öldürmüş.”

Efsane bu… Denizin ortasında kıyıdan uzakta olan bu kale ise: Kız Kalesi. Mersin’in Erdemli ilçesindeyiz, uzaktan bu kaleye bakıyor, yıllardır değişmeyen evlat sevgisini düşünerek mavi suların içinde bir kartpostallık tabloyu andıran denizin ortasındaki görkemli kaleyi seyrediyoruz. Kaleye gitmek istesem de arkadaşların bu kavurucu sıcaklıkta isteksiz tavırları üzerine arzumu gerçekleştiremiyorum. Bu sabah Mamure Kalesi’ni adım adım gezerek burçlarının en yüksek kısmına bayrak direğinin yanına kadar çıkmamızın bunda etkisi var.

Biliyorum, Fethiye, Muğla taraflarından Antalya’ya, buralara uzanan, özellikle Antalya Mersin arasındaki kıyı şeridini takip ederek geldiğimiz oldukça zikzaklı ve kıvrımlı yol hepimizi yordu. Yordu ama bu muhteşem tablo da bitsin istemiyorduk zira bir tarafımız mavinin engin ve dalgalı suları, öbür yanımız yeşilin her tonuyla, ağaçlarıyla, bahçeleriyle irili ufaklı yerleşim yerleriyle muhteşem manzara arasında seyahat etmek keyifliydi.

Denizin kenarına, ağaçların gölgesindeki masaya oturduk. Kız Kalesi’ne bakıyoruz, kadim dostlarım Faruk, Erkut ve Mavi ile… Biz dört arkadaş 1990’lı yıllarda çıktığımız seyahatlerden biriydi bu. Marmara’dan, Ege Sahillerine, Batı Anadolu’ya, Karadeniz kıyılarından Kapadokya’ya, Antep, Urfa, Maraş yöresine çok seyahat etmiştik birlikte. Şimdi yine Akdeniz’in bu kıyısında maviyi, yeşili, tarihi ve doğayı adımlıyorduk. Kıyıdan yaklaşık 300 metre uzakta kale, açık denizin içinde bir yüzük taşı gibi duruyor. Küçük bir adanın üzerinde, kesme taşlarla yükselen duvarlarının kimi yerlerinde sekiz burcu gözüküyor. Kimi cepheleri kavisli surlar 192 metre uzunluğundaymış ve adanın neredeyse tüm alanını kaplamış ve ada olduğu nerdeyse fark edilmiyor.

Ve kalkıyoruz masadan, yola koyuluyoruz, Silifke’ye, Cennet ve Cehennem’e…

Akdeniz kıyı şeridi baştanbaşa muhteşem doğal güzellikleri taşıyor bağrında… Akdeniz’in serin dalgalarındaki koylarıyla Silifke bu güzelliklerden biri. Seyrederek kıyı şeritlerinden ilerliyoruz. Toros Dağlarının güney eteklerinde Göksu Irmağı’nın iki yakasına kurulmuş olan Silifke’deyiz; caddesinde çarşısında, sokaklarında… Sonra Cennet ve Cehennem Mağaralarını görmeye yöneliyoruz. Yer altı deresinin sebep olduğu kireçtaşı çöküntüleri sonucu oluşmuş birbirine 70 metre uzaklıktaki iki ayrı çöküntü, obruk…

Obruklardan ilki Cennet Mağarası ya da obruğu. Yaklaşık 200 metre genişliğinde elips şeklinde bir ağzı var ve oldukça derin gözüküyor; basamaklarla iniyoruz aşağıya… Çoğu yeri kaygan ve ıslak, 450 basamak yaklaşık 70 metrelik bir derinlik… Sanırım 300 basamak kadar indiğimizde, ne zaman yapıldığı bilinmeyen çok eski çağlara ait bir kilise çıkıyor karşımıza, arkasında dibi görünmeyen karanlık bir mağara… Basamaklardan indikçe soğuk terler başlıyor ve nefeslerimiz daralıyor âdeta. İçerisinde bulunduğumuz muhteşem doğa ise görülmeye değer… Biraz daha aşağıya indiğimizde ise görünmeyen bir nehrin su sesleri geliyor derinden. Çukurun dip kısmına doğru bodur ağaçların çalıların ve yer yer büyük kayaların yer aldığı çukurdayız. Tekrar basamaklardan çıkmıştık; son yıllarda ise asansör yapılmış buraya. Sonra Cehennem obruğuna geçiyoruz. Diğerine göre ağzı daha dar ve iç bükey eğimli. İnmek çok zor. Son yıllarda mağaranın içerisini görebilmek için cam seyir terası yapılmış. Buradan çukurun derinliklerini seyretmek ise baş döndürücü bir tablo olsa gerek.

Silifke’de gittiğimiz bir diğer mağara ise Astım Mağarası. Yaklaşık 200 metre uzunluğunda 80 basamakla inilen bir mağara burası. İçerisinde devasa sarkıt ve dikitlerin olduğu nem oranı %80-90’ları bulan mağaranın astım hastalıklarına iyi geldiği söylenmekte. İçerisi muhteşem bir manzara. Silifke’den ayrılıyoruz.

Torosları aşacağız; Mut üzerinden Karaman ve Kayseri güzergâhında devam edecek seyahatimiz. Bu yoldan ilk defa gidiyoruz, hiç birimiz daha önce geçmemişiz, yolun ve güzergâhın yabancısıyız. Akdeniz’le Anadolu’nun bağlantısını koparan Toroslar’ın Gülek Boğazı’ndan geçmiştik daha önce, ama Toroslar’da nereden ve nasıl geçeceğiz bilmiyoruz. Navigasyonun olmadığı dönemlerdi; büyük boy karayolları haritasına işlenmiş olan yollar ve yerleşim yerlerini takip ederek Silifke’den çıkıyoruz yola… Yol gittikçe yükseliyor ve etrafımızı Anadolu’da alıştığımız bozkırın yerine yeşil makilerin, ağaçların kapladığı Torosları tırmanıyoruz. Bir müddet sonra Mut’a ulaştığımızda, ilçenin içerisinde kısa bir tur alıp o şiirin ve güzel beldeyi geziyoruz hep birlikte. Sonra tekrar kıvrımlar, zikzaklar ve karşıdan gelen ve önümüzde aheste ilerleyen özellikle kamyonları sollamamaya dikkat ederek gittikçe güzelleşen dağın zirvelerine doğru çıkıyoruz. Rakım: 1650

Ve sonra iniş başlıyor. Çıkışıyla inişiyle tabiatın yeşilliklere boyanmış ağaçlarla kaplı coğrafyasında gökyüzünün bulutsuz maviliği altında bu yüksek dağın dar ve zikzaklı yoluyla muhteşem bir manzaranın içerisinde buluyoruz kendimizi… Tabiat bu kadar etkili, bu kadar kucaklayıcı ve bu kadar insan ruhunu dinlendirici olduğunu bir kez daha yaşayarak hissediyorum. Yol artık tatlı bir eğimle aşağılara doğru inerken yol kenarında mekân isimlerini belirten bir tabela: “Sertavul Geçidi” Durdum öylece. Çarpıldım sanki… Bu ismi biliyorum ama bu mekânı bilmiyorum.  Bu isim beni gençlik günlerime götürdü. Rahmetli Mustafa Yazgan’ın bir piyesine konu alan kitabının ismiydi Sertavul Geçidi… Bir yitiğimi bulmuş gibi, özlemini duyduğum bir yakınıma kavuşmuş gibi yüreğimin üstünde öyle kıpırtılar, kelebekler uçuştu ki birkaç kez ismi tekrar ettim gayriihtiyari… O kitap ismiyle burası arasında bağlantıya kurmaya çalıştım, tam çıkamadım işin içinden… Torosların zirvesindeki bu mekân, zor dağları, aşılmaz denilen engelleri aşan geçidin ismi Sertavul… Bir umut, bir kavuşma anı, özleme, hayallere ulaşabilmenin yol olduğu geçit sanki… Beni gençliğime götürdü, hayallerime, sevdama, özlemime… Sertavul…

Bir geçit burası… Dağın zirvelerini aşan bu dar asfalt yol, içinde bulunduğu coğrafyanın üzerinde sanki aşağılara doğru kıvranan bir yılan gibi gözüküyor yukarıdan. İki tarafımızdaki dağlar tamamen ağaçlarla, yeşilin farklı tonlarındaki tarlalarıyla çevrili… Aralarda serpiştirilmiş şekilde öbek öbek evler, kimi yerlerde çadırlar gözüküyor, Yörük çadırları… Etrafımızı kuşatan bu yeşil enginliğin sessizliği, sadeliği, doğallığı, temizliği insana öyle bir huzur ve iç rahatlığı veriyor ki, insan mest oluyor âdeta… Ve yol boyunca kenarlarda tezgâh açmış bölgenin meyvelerini, pekmezini, balını, elmasını satan yöre insanı çocuğuyla, yaşlısıyla genciyle yol kenarı seri tezgâhlarındalar.

Zirvelerden ovalara doğru inerken yol kenarında çeşmelerde, terası andıran yerlerde durduk. Hem muhteşem coğrafyayı fotoğrafladık hem de sıcak yaz gününün buz gibi gürül gürül akan kaynak suyuyla ferahladık, içtik kanarcasına…

Sertavul’un etkileyici doğal güzelliği, yaşadığımız muhteşem atmosfer ve ruhumuzu dinlendiren huzuruyla Karaman’a giriyoruz. Türkçenin bir devlet dili olarak kabul edildiği şehre…

YORUM YAP