reklam
reklam
DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

Sade

Yayınlanma Tarihi : Google News
Sade

Sevmekten yorulmayan kalbin ısrarıyla altını çiziyor kuşlar bulutların. Belki o zaman dikkat kesilir sönük bakışlar. Gözlerin içi güler kim bilir; adımlar yolların üzerini alelacele karalarken. Yeterince dağınık zihinlerimizle görmezden geldiğimiz her alımlı ayrıntıyı alelade geçerken; vazgeçme maliyetlerimiz pahalıya patlıyor hiç şüphesiz. Güneşi takas ediyoruz kaldırımlara. Gözü gözümüze değmiyor gökyüzünün. Ne yazık! Külfet değil de ülfet olduğunu anlatabilse eğer bize dağlar, denizler, kuşlar, ağaçlar. Yerden göğe kadar haklı olduğuna kanaat getirebilse gönüller, meftun olur ise eğer yerdeki karıncadan göğün sarkacında salınan kuşların serzenişlerine, kendine gelebilse, farkına varabilse kendi gölgelerinin üzerine bastığını. İkna edilmenin barikatlarında mahsur kalan bizler, handikaplarımıza mağlup ve mahçup gönüllerimizle biçare kalmayı kabullenemediğimizde başlar güzelliğe yöneliş istidadımız.

Göklerin çektiği kartal üstad Necip Fazıl Kısakürek “Reis Bey” eserinde diyor ya: “Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz.” Anlayamanın ağlayamamanın bedelini ömrünün beyhude tükenişiyle ödemekle makkum gönüllerin aslen mükkellefiyetini yine aynı eserde kalplerin karanlık parmaklarından hakiketin ışığına şöyle iltica ettiriyor üstad: “-Göklerin merhamet dolu olduğuna inanıyorum. Bizse nefsimizin beton çatısını tepemize dikmiş yaşamayı öldürüyoruz. Merhamet…Alem bu temel üzerinde eğer toprağa, tohuma hatta kire, lekeye merhamet… Merhamet olmasaydı su olur muydu? Rengi merhamet, sesi merhamet, pırıltılı, şırıltılı su. Ne duruyorsunuz sökün sahte su borularını. Ev ev merhamet şebekesi kurun. Tepelerinizdeki çatıları da yıkın, göklerle temasa geçin. O zaman göreceksiniz ki acı su borularından kendi kendine tatlı su akacak. Ve başlar üstünde güneşe yol veren kubbeler yükselecek.”

Üç oda bir salon, dört odacık kalbimizi, dünyanın en geniş ve ferah evini, tıka basa dolduruyoruz en lüzumsuz eşyalarla, düşüncelerle, kelimelerle, yeislerimizle, gafletlerimizle… Güneş giremiyor gönül pencerelerimizden, dehlize çevirdiğimiz harabeye. Arınmanın sadeliğine sığınınca genişliyor ruhumuz ancak. Merhamet etmekle başlıyor kendimize. Viraneye dönüşen içimizin zehirli sarmaşıklardan ve ruhumuzu daraltan bağlarımızdan keskin makaslarla budadığımızda kalbimizi kurtarmakla mümkün oluyor. İşte o zaman yine göreceksiniz üstad Necip Fazıl’ın satırlarını içinizin sokaklarındaki tabelalarda. “Kalblerinizi değiştirin! Size hakikat gibi görünen şeylerin hemen değiştiğini görürsünüz…Mühürlü kalbinizin; bir gün açılmasını dilerim… ”

Mühürlü kalplerimizin açılmasını dileyelim, bırakalım rutinleri, modaları, lüksü, abartıları. Gelin yağmurda ıslanalım, gökyüzüne bakmalım, karınca yuvalarının güzergahlarını arayalım kaldırım kenarlarında, bulutlardan şekil çıkaralım; o da yetmez, mum ışığından kuşları özgürlüğüne uçuralım ellerimizle yaptığımız gölgelerle, güzel manzaralar keşfetmek için yolumuzu değiştirelim, şehirlerin sokaklarında kaybolalım, en sevdiğimiz şarkıyı defalarca dinleyelim…

Yağmurda ıslanma mevsimi kapıda. Şemsiye açmayanlara, yağmurdan kaçmayanlara… Ekranının frekansını gökyüzüne ayarlayanlara… Hayatınızı nasıl alırdınız: -Sade…

Peki gönül pencerenizin yanıbaşında, pencere önü kahvenizi nasıl alırdınız: -Sade…

Sadeleşmek şifasıyla kalabalıklarımıza derman bulmak ümidiyle…

 

 

 

YORUM YAP