Bahara girdik. Son cemre topraklarımıza düştü.
Düştü ama çok farklı bir atmosferde girebildik bu sene bahara. Ve bu bahar, topraklarımıza acının yürekleri dağlayan, içimizi ürperten, bizi yalnızlığın ve çaresizliğin cenderesinde ne yana nasıl döneceğimizi bilemeyen cemrelerin düşüşüyle geldi.
Zaten güz aylarından itibaren Karakış’ı, Zemheri’yi, soğuğu, karı ve yağışı geldi gelecek diye beklerken kış ayları alışılmışın dışında bir iklimle gelip geçti. Ve nihayet bahara yaklaşırken kardelenlerin açmasını beklerdik her sene olduğu gibi. Ne yazık ki soğuğun ayazıyla buzlaşmış karların altından güneşin üzerine şavkımasıyla başını çıkarıp, umudun ve yeniden yeşermenin müjdesini verecek olan kardelenlerin yeşereceği kış ayları bir türlü gelmemişti. Ne kar yağmıştı, ne kış gelmişti.
Her yıl olduğu gibi cemrenin bir dönemi kapatıp yeni bir dönemi açacağını umut ederken her şey sadece ve sadece bir dakika içerisinde tüm hayallerin, düşlerin ve beklentilerin ötesinde değişti.
Hayat değişti, beklenti değişti, umut değişti.
Cemre yerine acının içimizi kavuran, yakan yıkan ve bir kor ateş gibi hayata dair tüm algıları değiştiren gökten gelen değil yerden kaynayan bir yıkılışa şahit olduk.
Şahit olduk ki hayat insanoğlunun mütemadiyen körüklenen doymak bilmeyen iştahının, kabaran, gururlanan ve her şeye sahip olma dürtüsünün bir dakikalık arz sarsıntısıyla yer ile yeksan olduğunu gördük.
Gördük ki, içimiz ürperiyor, bir yerlerimizde saklı duran korku sarıyor benliğimizi. Evlere sığmıyoruz, sokaklar dar geliyor ve başımızı sokacak, sığınacak, korunacak bir yer arayışı her şeyden öne çıkıyor. Ve Anadolu’nun önemli bir kısmını kapsayan koca koca şehirler, beldeler ve köyler dün akşam var iken bu sabah yok olup gittiler binlerce can ile birlikte.
Giden sadece şehirler ve beldeler değildi; giden bizdik, insanımızdı, hayatımızdı, kurduğumuz dünyaydı giden… Ve en acısı da can yoldaşımız, hayat arkadaşımız eşimiz, anamız babamız ve gözümüzden sakındığımız ve geleceği müreffeh ve mutlu olsun diye didindiğimiz evladımızdı; hepsi çok kısacık bir anda yerlere kapanan enkazının altında kaldılar bir anda. Ellerimizle yaptığımız, göklere yükselttiğimiz o gurur abidesi sitelerimizin, bir ömür çalışıp didinip kazandığımız servetimizle sahiplendiğimiz evlerimizin molozları arasındaydı her şeyimiz. Her şey durmuştu, her şey bitmişti. Hiçbir şeyin anlamı ve önemi kalmamıştı, o ciğerparemizi o enkazın altından çıkarabilmenin feryat ü figanı gözümüzde yaş dahi bırakmazcasına bizi yakıp kavuruyordu günlerdir.
İnsan çaresiz olduğunu anlıyor.
Çaresiz olmak… Elimize uzanacak bir el, sesimizi duyacak ve sesimize ses olacak bir ses arıyoruz. Alan geniş, enkaz büyük ve ortalık harabelerin enkaz yığınıyla hayatımıza, canımıza, malımıza molozlar halinde dağlar gibi yığılmış durumda… Ne gelir elden ve ne kadar sürede o enkazın altındaki yüzbinleri bulan cana ulaşabilir? Sağ, yaralı veya cansız yüzbinlerce insana bir anda bir günde veya kaç günde nasıl ulaşılabilir ki?
Bir bahara böyle girdi ülkemiz ve insanımız.
Dün dünyayı kasıp kavuran görünmez bir virüs nedeniyle sığındığımız hanelerimizden bugün artçı depremlerle her bir saatte tekrar ve tekrar sarsılan yerkürenin bitmek tükenmek bilmeyen sallanışıyla bugün o hanelerimizden kaçar olduk, giremiyoruz. Korku sardı bünyemizi.
İnsan, yeryüzünü imar eden insan…
Son birkaç yılda dün çıkmaya çekindiği sokaklara sığınıyor, dün sığındığı ve korunduğu evlere bugün girmeye korkuyor.
Şimdi durup geriye bakıyoruz.
Arzın sarsıntısına dur demek mümkün değildi, biliyoruz. Ama arzın üstünü imar eden insandı. Şehir planını çizeninden, zemin etüdü yapanına, bina planını hazırlayanından inşaatını yapanına hepsi insandı. Bugün aralarında dolaştığımız, televizyon ekranlarından izlediğimiz birer moloz yığınına dönüşen enkazları birer gökdelen ve devasa yapılar olarak inşa eden insandı.
Yeryüzünü inşa eden insandı.
Şu ya da kişi değil, hepimiz, her birimiz el birliği ile inşa ettik beldelerimizi. Şu ya da bu dönemde yapılan, izin verilen, zaman dilimlerinden herhangi bir dönem değil, tüm zamanlarda adım adım, kademe kademe her bir aşamada, unvanı, görevi ve sorumluluğu olan insanlar tarafından yapılageldi bu şehirler. Şehri insanlar imar etti.
Ve insan imar ettiği binaların, imar ettiği şehirlerin altında kaldı.