reklam
reklam
DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

Ve İnsan, Ardında Kalanla Anılır

Yayınlanma Tarihi : Google News
Ve İnsan, Ardında Kalanla Anılır

Kış aylarının o iliklere işleyen soğu henüz çökmemişti. Ocak aynın ikinci cuması, öğle üzeri. Şifaiye Medresesindeyiz. Sivas resmi ve sivil erkânının ve özellikle de kendi adının konulduğu lise öğrencilerinin ağırlıkta olduğu bir törendeyiz. Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus’un vefatının 804. Sene-i devriyesi… Hep birlikte yâd ettik, dua ettik. Ve akabinde Ulu Cami’de Kur’an tilavet edildi ve mevlit okundu.

Oldukça genç sayılacak bir yaşta, 31 yaşında babası Selçuklu sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in vefatı üzerine tahta çıkmıştı İzzeddin Keykavus. Yine çok kısa sayılacak bir süre olan 9 yıllık saltanatı boyunca her yönüyle övgüyle anılacak eserler ve hizmetler ortaya koymuştu. Ve İzzeddin Keykavus genç sayılacak çağında 40 yaşında iken 7 Ocak 1220’de yakalandığı bir hastalık sonucu vefat etmişti.

Sultanlığı dönemi, devletin sınırlarının genişlediği ve ülkenin ilim, ticaret ve bayındırlık alanlarında güçlendiği dönemdi. Karadeniz’in en önemli ticaret merkezi olan Sinop’u 1214’de fethederek Sultan’ül Galip; Antalya’yı 1216’da fethederek Sultanü’l Bahreyn unvanlarını almıştı. Bunların yanı sıra Ermeni ve Trabzon krallıklarını vergiye bağlayarak Selçuklu Devleti’nin gücünü ve itibarını artırdı. Ülkeyi sahil ve limanlara kavuşturarak ve yaptığı antlaşmalarla ticaretin gelişmesini sağlamıştı.

Şifaiye Medresesi onun eseri… Ve yine Anadolu’nun geniş coğrafyasında her birisi hâlâ gıpta ile bakılan medreseler, hanlar, köprüler yaparak Anadolu Selçuklularının altın çağını yaşatmıştı. I. İzzeddin Keykavus bütün bunları henüz 31 yaşında başlayıp 40 yaşına kadar süren gencecik yaşında, 9 yıllık saltanı esnasında gerçekleştirmişti.

İnce ruhlu, hassas duygulu ve sağlam kişilikli bir sultandı o. Türbe kapısına ve sandukasına yazılmasını arzu ettiği ifadeler ise yüce bir sultanın hayata, insana, yaşamaya ve ölüme dair düşüncelerini veciz şekilde anlatmaktadır; ibret alınacak şekilde…  Türbe kapısındaki bu ifade insan nefsine cazip gelen, egoları yükselten kişiler için hiç değilse bir an için durup düşünülmesi gereken ifadelerdir. İzzeddin Keykavus der ki “Ve nihayet biz, geniş ve görkemli saraylardan daracık kabirlere girdik. Zenginliğimiz ve saltanatımız yok olup elimizden gitti işte. Fani dünyadan baki dünyaya ölüm yolcuğu mukadder oldu.”

İnsan, ne kadar güç ve kuvvete sahip olursa olsun, her şeye ne kadar hükmederse etsin, hayatın bir gün nihayete ereceğini ve sahip olduğu her şeyi ardında bırakıp gideceğini, bilmesi gerekir.  Daha doğrusu herkes tarafından bilinen bu gerçeği hayatının ana felsefesi ve düsturu olarak yaşamının ana merkezine koyması ve ona göre hâl ve hareketini tanzim etmesi gerekir. Bugün taç kapısındaki muhteşem zarafet ve taş işlemelerde ki nakışlara hâlâ hayretle baktığımız bu ihtişamlı eseri yaptıracak güç ve kudrete sahip olan İzzeddin Keykavus, bu sözü kendi için söylemektedir, kendi nefsi üzerinden herkese söylemektedir. Bir taraftan Sinop’u alarak öbür taraftan Antalya’yı topraklarına katarak, Kıbrıs’la anlaşama yaparak ticareti geliştiren koca sultandır o.

Böyle bir güce sahip olan sultan, hayatın istisnasız herkesi içerisine aldığı bir gerçeği, daha doğrusu herkesin bildiği ama çoğunun hayat felsefesine ve işlerliğinde yer vermediği asıl gerçeği haykırırcasına ifade ediyor. “Görkemli ve geniş saraylardan daracık kabirlere girdik” diyerek… Ve yine sandukasının üzerine yazdırdığı şiirinde ise “Biz dünyayı bıraktık ve gittik / Gönlümüze dert ektik ve gittik / Bundan sonra sıra size / Biz sıramızı savdık ve gittik.”

Hayat bu işte…

Hepimize ve herkese ibret olacak, ders olacak hayatımızın odak noktasına koyacağımız hakikat bu…

Ne yazık ki bu gerçeği herkesin bilmesine rağmen, her gün yanı başımızdan zengininden varlıklısına, makam sahibinden sade vatandaşına kadar onlarcasını baki dünyaya, inananlar için her şeyin hesabının verileceği dünyaya yolcu etmemize rağmen ders ve ibret almak hangi birimize nasip oluyor acaba?

Kendi zihnimizde kurguladığımız varsayımlardan hareketle algı oluşturmak gibi sanki masum bir ifade tarzıyla kullanılan yöntemler ve sarf edilen sözcüklerle insanları itibarsızlaştırmaya yönelik söylemler bir insana ne kazandırabilir ki? Milyarlarca yıllık dünya ömrü içerisinde bir nokta misali dahi zor olan sürede yaşıyor olmak, bir insanın kalbini kırmaya, üzmeye, hak ettiğini vermemeye, el koymaya hele de hak etmediği şekilde onu tanıyan veya tanımayan insanlar nezdinde olumsuz düşünmelerine yol açacak tavırlara bürünmesinin ölümlü dünyada nasıl bir kalıcı kazancı olabilir ki?

Hayat muhakkak ki yaşamaya değer. Yaşamak biraz da biriktirmektir. Muhakkak ki herkes yaşadığı sürece maddi veya manevi ardında onlarca şey biriktirir. Biriken her şey bizden kalan, bizimle anılanlardır, ardında kalanlardır. Sanırım, neyi, ne kadar ve niçin biriktirdiklerimiz önemlidir.

Doğan Cüceloğlu der ki “Makam, mevki, rütbe, unvan bunların hepsi ceket gibidir. Ceketi asar bir yere gideriz. Arkamızda sadece ‘insanlığımız’ kalır.”

Ve insan ardında kalanla anılır.

 

YORUM YAP