Veysel’in Köy Enstitülerindeki görevi 1946 yılına kadar sürdü. Oralarda Sabahattin Eyuboğlu, Ruhi Su, Yaşar Kemal… gibi aydınlarla dostluk kurdu. Onu, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ndeyken gören Yaşar Kemal, şöyle anlatı:
“…Veysel en yeni şiirlerini Hasanoğlan’da yazdı. Hem de en güzel şiirlerini Veysel yeni bir Veysel olduysa Hasanoğlan Köy Enstitüsünde oldu. Oradan saz öğretmeni olarak yeni oluşan aşklı şevkli bir köy dünyasına katıldı. İlk yıllarda Hasanoğlan, yapmanın, yaratmanın bir sevinç şakımasındaydı. Veysel de bu şakımayı iliklerine kadar yaşadı. Ben Veysel’i o yıllarda tanıdım. Sevinçli bir şakımadaydı. ‘Karacoğlan da böyle şakır mıydı?’ diye sordum Veysel’e. Önce anlamaz gibi yaptı. Sonra birden güldü. Uzun güldü. ‘Karacoğlan böyle şakıyamazdı fukara’ dedi. ‘Onun Hasanoğlan’ı yoktu.’ dedi.”
Âşık Veysel, ünlü “Kara Toprak” şiirini 1943 yılında Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü’ndeyken söylemişti. “Esti bahar yeli karlar eridi” , “Açtı bahar çiçekleri Ada’nın” şiirlerini Arifiye’de “Mektup” , “Gidiyorum gündüz gece”, “Hayran oldum o dallara” şiirlerini Hasanoğlan’da, yazmıştı.
Köy Enstitülerinde Âşık Veysel ne yapıyordu? Bu sorunun yanıtını şöyle vermişti:
“Oradaki görevim kurs için gelen eğitmen adaylarına ve diğer talebelere saz dersi vermekti. Benim için bir müzik salonu vardı. Orada hangi sınıfın hangi dersi olursa, sınıflar gelir, ben orada ders yapardım. Ben çalardım onlar dinlerler. Okulda sazları vardı. Talebeler onlarla çalarlardı. Sonra sazlarının düzenlerini yapardım. Mamafih bazı çocuklar çok merak ederler ve sazı öğrenirlerdi. Hatta zaman zaman karşılaştığım çocuklardan bazıları saz için memnuniyetlerini söylerlerdi. Ben o zaman kendimi mutlu hissederim.”
Köy Enstitülerinde Âşık Veysel’in karşılaştığı veya bir süre birlikte çalıştığı kişilerden biri Ruhi Su’ydu. Ruhi Su Veysel ile karşılaşmalarını şöyle anlatmıştı:
“Âşık Veysel’i 1941-1942 yıllarında tanıdım. Yanlış hatırlamıyorsam Köy Enstitüleri’nde beraber çalıştığımız zamanlar da oldu. Düşüncesinin ve sanatının gelişmesinde Köy Enstitüleri’nin büyük katkısı olmuştur. Hemen en güzel türkülerini o dönem içinde söyledi. Ama bu katkıların karşılıklı olduğunu da söylemeliyim. Hoşsohbet, çok efendi bir insandı. Biz de kendisinden çok şeyler öğrendik.
Veysel ile tanışmamız oldukça ilginç. Sanırım 1941 yıllarıydı. Ankara’da Ahmet Kutsi Tecer Bey’in evindeydim. Cevat Dursunoğlu, Tahsin Banguoğlu, Bedrettin Tuncer ve Muzaffer Sarısözen de vardı. Veysel Ankara’ya geldiği için böyle bir toplantı yapılacağım duyup ben de gitmiştim. Aslında ben de türkü söylediğim için, bir usta karşısında kendimi sınamak istiyordum. Birara, bu türkü söyleme arzumu belli ettim. “Pekala, hadi bakalım Ruhi Su, sen de bir iki türkü söyle” dediler. Bir saz eşliği olmadan birkaç türkü söyledim. Sonunda, “Nasıl buldun Veysel?” diye bir soru atıldı ortaya. Veysel düşündü; “Efendim dedi, dağlarda bir çiçek olur, onu alır şehre getirirsin, güzel saksılarda güzel topraklar içinde yetiştirir, geliştirirsin. Belki, bir gün daha güzel bir çiçek olur, ama eski kokusunu belli ki bulamayız” dedi. Bedrettin Tuncer, “Büyürün bakalım Ruhi Su” dedi. Ben bu davranışa biraz alındım. Gereken dersi de aldım. Ama işimin yanlış olmadığını da biliyordum. Benim aldığım müzik kültürü, ses eğitimi içinde görevim zaten, işte o başka çiçeği bulmaktı. O gelişmiş başka çiçeği… Bundan sonra da Veysel’le ilişkilerim ölünceye kadar sürdü. Köy Enstitülerinde birlikte çalıştığımız zamanlar bu ilk konuşmayı hatırladıkça Veysel çok üzülürdü.”
Âşık Veysel öğretmenlik yapmadığı Köy Enstitülerinin çoğunda konserler vermiş, konuk olduğu günlerde köylerden gelmiş öğrencilerle yakından ilgilenmişti. Bunların arasında Malatya /Akçadağ, Adana / Düziçi, Erzurum / Pulur, İstanbul / Kepirtepe, Çanakkale / Savaştepe Enstitüleri de vardı.