reklam
reklam
DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

Zemheri Ayı Çıkarken

Yayınlanma Tarihi : Google News
Zemheri Ayı Çıkarken

Biliyor musunuz gençler zemheri ayındayız. Hatta bitmek üzere zemheri ayı…

Devir değişti biliyorum; hayata bakışımız, hayattan beklentimiz, insan ilişkilerimiz, hayata karşı tavrımız neredeyse hepten değişti. Kullandığımız eşyalardan günlük ihtiyacımıza, yeme içmemizden gezip eğlenmemize ve neredeyse konuştuğumuz ve yazdığımız lisana,  kelimelerimize kadar her şey değişti ve değişmeye de devam ediyor.

Hatta öyle ki zemheri de değişti, hatta zemheri diye bir şey de kalmadı…

Zemheri bizim çocukluğumuzda vardı, daha doğrusu çocukluğumuzdan da önceleri vardı. Zemheri demek kıştı, kıyametti, soğuktu, ayazdı, karla kapalı yollardı; buz tutan okul yollarında düşmeden, titreyerek sabahın erken saatlerinde okul yoluna koyulmaktı. Ellerimiz donardı, neredeyse kirpiklerimize kar yağardı. Ama biz koltuğumuzun altına sıkıştırdığımız küçük bir bavulu andıran okul çantalarımızı sıkı sıkıya tutup diz boyu karlara bata çıka bir an önce sınıflara ulaşmak için art arda düşmüş çocuklar olarak okula giderdik. Kış yaman gelirdi şehrimize, sokağımıza ve evlerimize… Avlulu evlerimizin kiremitle kaplı bacalarından tüten dumanlar yükselirdi karın durmaksızın indiği gökyüzüne doğru. Bir de buharlı trenlerin simsiyah dumanları tüterdi gökyüzünün sonsuz derinliğine doğru…

Dün bir fotoğrafa bakarken zemheriye, kara kışa, kardan kapanan yollara ve çocukluğuma doğru tarifi mümkün olmayan bir ruh hâli içinde göçüp gittim sanki… Duvara asılı manzaranın derinliklerinde kayboldum o birkaç dakikalığına dalıp gittiğimde…

O fotoğraf, büyükçe bir tablo olarak çerçevelenmiş. Bugün sadece bir manzara olarak dünün yaşanan tarihinden, hayatın içinden bugünün bilmem kaç katlı betonarme binalarının birinde, merkezi ısıtma ile sımsıcak olmuş bir salonun duvarını süslüyor o tablo. Bir zemheri ayının ayazlarla kuşanmış, sislerle kaplanmış, dağların eteğindeki beyazlara bürünmüş bir bozkırın ortasında yol alan bir buharlı tren var manzaranın orta kısmında… Her yer bembeyaz, gökyüzü sisle kaplı… Birbirine paralel olarak uzanan tren rayları, bir de kara gömülmüş telgraf direkleri kristalleşmiş bembeyaz karların içinde seçiliyor. Ve rayların üzerinde kara dumanlarını gökyüzüne salarak katar hâlinde yol alan bir buharlı kara tren… Beyazlar ve sisler içinde siyah, ince bir silüet gibi süzülüyor âdeta… Yalnız.

Hangi hayalleri, hangi düşleri gurbet elden sılaya taşıyor olmalı; hangi hastaları bir çare olur diye başka şehirlere götürüyor acaba… Muhtemeldir ki bitmeyen zamanın, tükenmeyen yolun yolcuları kompartımanların içinde uzayıp giden yolculuğun tedirginliğindeler… Bir de istisnasız her daim tehir etmesi muhtemel olan treni istasyonlarda veya evlerinin buzla katmanlaşmış pencere arkasında bekleyenler var ki, yüreklerinin pırpır attığı bir endişeyi taşıyorlardır hep.  Zaman bir türlü ilerlemez işte böyle anlarda nedense. Belki de ilerlemeyen zaman da zemheri ayına yenik düşmüş ve buz tutmuştur sanki… İşte o hasret ve acı yüklü, yaralı yüreklerin yaktığı türküler gurbetten sılaya, sıladan gurbete yankılanıp durdu asırlarca: “Kara tren gelmez m’ola/ Düdüğünü çalmaz m’ola…”

Şimdi ne kar yağıyor ne de karla kaplı bozkırlar ve bayırlar var.

Her şey değişti.

İşte zemheri ayı da çıkıyor, ne gelişini bildik ne de gidişini… Üşümediğimize mi sevinelim yoksa olmayan yağışın bizi ve geleceğimizi kuraklıkla yok edeceği bir sürece doğru dönüştüğümüze mi üzülelim, bilmiyorum.

Nostalji ile avunduğumuzu, hatıralarımızın gölgesinde ahir ömrümüzü tamamladığımızı, nesli tükenmiş kişiler olduğumuzu sanan genç kuşak değişen mevsimleri, yağmayan karı, susuz kalacak olan coğrafyayı umarım ki anlıyordur. Umarım ki kolaylıklarından yararlanarak hayatımızı konforlaştırdığını, yorulmadan ve hızla erişebilmek kaygısıyla küresel ısınmayı körükleyerek kirlettiğimiz çevrenin bizden aldığı ve alacağı intikamın bedelini anlıyordur.

Dengesini bozduğumuz dünya, tüm insanlığın dengesini bozuyor ne yazık ki…

Mevsimler altüst oldu, birbirine karıştı. Kış belli değil, bahar belli değil… Her mevsimde her şeye ulaşılabilmek her ne kadar çekici ve normal olarak algılansa da alttan alta bir dalga yayılıyor yine de: organik tercihler… Neden ki?

Ve her şeye ulaşmak hoş gibi olsa da özlem denen insani duyguyu da tarumar etti, bitirdi. Zira her mevsim kendi özelliğiyle gelir ve yaşanırdı, doğru olan buydu. “Sanki mor sümbüllü bağlarım var /Zemheri ayında gül ister benden” denilirdi bir de mevsimi gelmediği için ulaşılamayanlara. Şimdi bağ yok ama sera var ve ekolojik dengeyi bozan sera gazı var. Değer mi?

Artık cemreler de düşecek yer bulamıyor, çünkü ısınacak bir yer kalmadı sanırım.

YORUM YAP