Cemreler hep umut olmuş, muştular getirmiş yaşamımızda. Böyle olunca, şiirimizde o kadar çok işlenmiş ki, Mart ayında, torunumun doğum haberini almış, bu müjdeyi eşime bir şiirle vermek istemiştim. Şiir şöyle başlıyordu: “Önce cemreler birer birer düştü / Bir aklık, ferahlık geldi havaya. / Cümle cansuyu yürüdü doğaya / Daha dün, bugüne ulaşmak düştü.”
Dün yazdığım gibi, cemre havaya, suya, toprağa düşer. Toprak uyanır. Dördüncüsü gönüllere düşerse, Orhan Veli gibi “Beni bu havalar mahvetti” dersiniz. Ve devam edersiniz:
“…
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum.
Eve ekmekle tuz götürmeyi;
Böyle havalarda unuttum.
Şiir yazma hastalığım;
Hep böyle havalarda nüksetti.
Beni bu güzel havalar mahvetti.
İşin doğrusu bu yıl cemreler ne zaman, nasıl düştü, farkına varmadan eklemlerimizde baharın yorgunluğunu hissetmeye başladık. Sokaktaki erik ağaçları çiçeklerini çoktan döktü. Erguvanların tomurcukları pıtır pıtır.
Cemre inanışı nereden ortaya çıkmıştır? Anadolu’muzda yaşayan inanışlara bir göz atalım:
O kadar çok rivayet var ki. “Folklor Penceresi” kitabımızın Folklorumuzda Meteoroloji bölümünde yer alan bir anlatı şöyle:
“….Cemre gökte yaşayan yigit bir delikanlıymış. Uzaktan gördüğü dünyaya karşı merak duymaya başlamış. Havaya düşmüş. Toprak ananın kızlarından birine aşık olmuş. Suya düşmüş, yıkanmış ve temiz olduktan sonra, toprağa düşmüş ve sevgilisine kavuşmuş. …”
Yine halk inanışına göre, üçüncü cemrenin düştüğü akşam, poyraz rüzgarı ile lodos rüzgarının kavga ettikleri sanılmakta. O gün ikindiden sonra, hangi rüzgâr (yel) eserse o galip gelmiş sayılmakta. Poyraz fazla eserse kış mevsiminin uzayacağına, lodos fazla eserse bahar günlerinin çabuk geleceğine inanılmakta.
Gücükle martın kavgasını ve kocakarı soğuklarının öyküsünü bir başka yazımıza bırakalım ve biz yine cemrelere dönerken, Yahya Akengin’in baharı kastederek “Barışmadın Benimle” adını verdiği bir şiiri ile soluklanalım:
“Beni de tanıyan bir rengin
Olamaz mı bahar
Gelir gelir gidersin
Hep böyle yabancı
Bilmedin ki yüreğimde sabır,
Yoluna durmuş kar çiçeğidir
Benim de ruhuma giden bir yol var
Elem tutmuş geçitlerini,
Aşıp da giremez misin bahar
Esirgedin benden cemrelerini
Gülerken güneşinde kayalar
Bu benim sevdalı başım
Bilinen dertlerden uzak
Bulutlara dilekçe yazmak işim
Hayal kurarım kendime tuzak
Kan davası mıdır aramızda güller
Barışmadın benimle bahar”
Kimse fark etmeyecek ama, yaşlılar; “Suların damarı kırıldı. Farketmiyor musun?” diye sorduktan sonra, gördükleri bir böceği, cemrenin düşüşüne işaret sayacaklar. Gerçek olan o ki, Cemre toprağa düşünce, toprağa bir hal olmaya başlar. Biraz güneş görse, kabarır.
Yine halk inanışına göre, üçüncü cemrenin düştüğü akşam, poyraz rüzgarı ile lodos rüzgarının kavga ettikleri sanılmakta. O gün ikindiden sonra, hangi rüzgar (yel) eserse o galip gelmiş sayılmakta. Poyraz fazla eserse kış mevsiminin uzayacağına, lodos fazla eserse bahar günlerinin çabuk geleceğine inanılmakta.
Oktay Rıfat’ın bir şiirinde, insan hayatındaki bu kabarış, cemreye benzetilir:
“Aşmış, körpe ve kolay, birdenbire, / Çocukluğun bir karış duvarından, / Tomurcuklu bir badem dalı sanki / Gencecik öç alma bilmiyor, / İlk cemre kadar yeni, havadaki.”
Kuşkusuz ki, yurdumuzun dört bir yanında birbirinden güzel baharlar yaşanır. Bingöl yaylaları da bunlardan biridir. Bingöl baharını yaşayan, renklerden, çiçeklerden, kokulardan esinlenen nice ozanlar, Bingöl’ün baharını dize dize anlatmışlar. Feyzi Halıcı “Bingöl’de Bahar” şiirinde şöyle diyor:
“….Yar, pul pul durdu içime, / Cemre düşürdü içime, / Kimseler farkında değil, / Şimdi Bingöl’de bahardır. ….”
Problemlerle kararan ülkemizin ufkuna, baharın aydınlık getirmesini, bütün dünyaya, ama önce bizlere barış ve huzur saçması dileğiyle.