reklam
reklam
DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

Zeytintaşı Mağarası’ndan

Yayınlanma Tarihi : Google News
Zeytintaşı Mağarası’ndan

Mağaralar hep ilgimi çekmiştir, fırsat buldukça da hep gezmişimdir.

İsmini ilk defa duyduğum, gördüğümde tabiri caizse büyülendiğim bir mağara Zeytintaşı Mağarası. Gördüğüm birçok mağaradan farklı. Cezbedici âdeta…

Zeytintaşı Mağarası, Aspendos’a 10, Serik ilçesine 16 kilometre mesafede Akbaş Köyü civarında. Denizden 220 metre yükseklikte. Ve 1997 yılında Karayolları için taş ocağı açılırken tesadüfen keşfedilmiş bir mağara bu.

Mağaranın oluşumu hâlâ devam ediyor ancak mağaranın bugünkü hâline gelmesinin üzerinden bir milyon yıl geçtiği tahmin ediliyor. Hâliyle hâlâ canlı mağara, dikit ve sarkıtları oluşmaya devam ediyor günümüzde; ülkemizde oluşumu devam eden tek mağara özelliğini taşıyor… O nedenledir ki radyasyondan etkilenmemesi için içeriye cep telefonu ile girmek yasak, hâliyle fotoğraf çekmek de yasak. Ayrıca en fazla altı kişi bir rehber eşliğinde maske takarak girilebiliyor ve en fazla on dakika kalınabiliyor içeride… Mağara içinde sıcaklık ortama 230C, nem ise %70 civarında. Mağara içinde oluşum hâlindeki dikit ve sarkıtlara dokunulduğunda veya radyasyona maruz kaldığında o büyüleyici billur gibi güzellikler siyahlaşıyor.

İşte bu mağaraya, Zeytintaşı Mağarası’na rehber eşliğinde, cep telefonlarımızı kapıda güvenliğe bırakarak maskelerimizi takıp içeriye girdik ve gezdik.

Tek kelime ile harika ve muhteşem. Bir büyük biblo sanki mağara. İki katlı mağaranın alt katı 97 metre uzunluğunda ve ziyarete kapalı. Üst kat ise yan dehlizleriyle beraber 136 metre uzunluğunda ve her iki kat arasında geçiş bulunmakta.

Mağara içindeki oluşumu devam eden sarkıt ve dikitler inanılmaz derecede muhteşem, her biri tek başına itina ile tasarlanmış birer sanat eseri âdeta… Uzunlu kısalı, kalınlı inceli, kimi şeffaf kimi zarif birer çubuk gibi yan yana dizilmişler… Her biri tanıdığımız bir objenin su damlacıkların tek tek düşmesiyle oluşmuş bir benzeri sanki. Yetkililer bu görünümden istifade ederek mağaranın kimi kısımlarına isimler koymuşlar; ‘Spagetti Salonu’, ‘Avize Salonu’ gibi. Kıvrımları ve şekilleri makarnayı andıran sarkıt ve dikitlerin yoğun olduğu kısım ‘Spagetti Salonu’ olarak isimlendirilmiş. Tavandan sarkan ve bir mücevher gibi göz alıcı şekliyle mağarayı süsleyen yüzlerce narin, estetik ve kristalimsi yan yana dizilmiş sayısız sarkıttan oluşan büyüleyici güzellikteki diğer kısma ise ‘Avize Salonu’ ismini vermişler. Ayrıca sütunların arasında bulunan irili ufaklı su göletleri ise mağaranın etkileyici görünümüne renk katıyor ve inanılmaz derecede ilgi çekici hâle getiriyor.

2013 yılında ‘Tabiat Anıtı’ ilan edilen Zeytintaşı Mağarası’nda dantel gibi işlenmiş dikit ve sarkıtların, göllerin etkileyici dünyasında unutulmaz bir görsel şölen yaşıyoruz mağarayı gezerken…

Güzellikler diyarı Antalya’da gezilip görülecek yer o kadar çok ki… Ömür boyu sekiz-beş mesaisiyle rutinleşmiş hayat serüvenimizde kısa sürelerle de olsa verdiğimiz molalar, bizi hep farklı dünyalara taşıyor.  Bu molalardan birini de mağara gezisinden sonra yaşıyoruz… Tekne ile Manavgat Nehri’nde Akdeniz’e doğru dümen kırıyor kaptanımız. Akdeniz’de olmak ama nehirde aheste bir şekilde âdeta suyun üzerinde kayan tekne ile gezmek hiç de planımızda yoktu. Ama yaklaşık kırk metre genişliğinde bir çarşaf gibi yayılan hafif dalgalı bu nehirde, her iki yanımızda ağaçların, yeşilliklerin boy boy yükseldiği bir ortamda saçlarımızı dalgalandıran, yüzümüze bağrımıza çarpan rüzgârın esintisiyle seyir hâlindeyiz. İnsan neredeyse tüm sıkıntılarını, sorunlarını arkasında bırakarak rahatlıyor bir bakıma… Her iki yakayı, nehri, gökyüzünü, teknenin suları yararak köpürttüğü dalgaları izleyerek ilerliyoruz nehrin üzerinde. Denize yaklaşıyoruz bir müddet sonra, denizle nehrin kucaklaştığı noktaya, kavuştuğu ana… Birazdan nehrin tatlı suları denizin tuzlu sularıyla birleşecek. Ve biz bu kucaklaşmanın, bu dar nehirlerden engin ve uçsuz bucaksız görünen denizlerin bağrına, ufuklarına doğru bakacağız… Akdeniz’e suların serinliğinde yeşilin ve ağaçların nehre düşen akisleriyle keyifleniyoruz. Ruhumuza bir serinlik ve huzur bahşediyor ki doyumsuz ve tarifsiz…

Gün ikindi vaktine döndüğünde bugüne kadar hiç aklımızdan geçmeyen, hadi buraya kadar gelmişken yapalım dediğimiz bir macera teklifine evet diyoruz.

Rafting yapacağız.

Tereddüt, tedirginlik, heyecan hepsi bir anda yoğunlaşıyor içimizde. Ve biraz da merak…

Ve sonra grup arkadaşlarımızla birlikte ev sahibimizin nezaretinde rafting yapacağımız yere, Köprülü Kanyon Millî Parkı’na, Köprülü Çayı’na gidiyoruz. Muhteşem doğal güzelliğiyle aslında bir kanyon burası; 1973 yılında millî park statüsü kazanmış. Isparta’nın Sütçüler ilçesinde başlayıp Antalya’nın Serik ilçesi güneybatısında denize dökülen ve rafting yapmaya uygun Köprüçay vadisi. İsmini üzerinde bulunan tarihî iki köprüden alan vadi muhteşem manzaralara sahip. Köprülerden küçük olanı ustası, kemerli ve büyük olanı ise ustanın kalfası yapmış.

Bize ev sahipliği yapan dostumuzla birlikte doğal güzelliklerin bizleri büyülediği kısa bir yolculukla Köprüçay Nehri’nin bir yerinde araçlarımızdan iniyoruz. Rafting tur yetkilerinin yönlendirmeleriyle burada bazı eşyalarımızı bırakıyor ve rafting yeleklerimizi, baretimizi giyinerek tekrar araçlara binip bota bineceğimiz yere, nehrin üst noktalarına gidiyoruz. Yolda merakımızı giderecek sorularımızın cevabını ve kısa bilgilendirmeleri alıyor ve maceranın başlayacağı noktaya ulaşınca iniyoruz araçtan. Kaptan kılavuzumuzun eşliğinde 6 kişiyiz botta. Ve heyecan başlıyor. Botun kenarına dizilmiş hâlde kürekleri çekerek verdiğimiz ilk hareketle birlikte soğuk suyun serinliği yüzlerimize çarpıyor. Irmağın üzerinde dalgalarla boğuşarak, ıslanarak yer yer hızlanıp yer yer yavaşlayarak 14 kilometrelik bitmek bilmeyen heyecan ve adrenal içinde âdeta azgın ve boyumuzu aşan dalgalarla cebelleşiyoruz. Su buz gibi, beyaz ve köpüren dalgalar arasında savrulup, korkarak tutunmaya çalışıp, kürekleri çekerek ve kimi yerlerde ırmak yatağındaki kayalara çarparak bir anda yüksekten düşüyor, kimi yerlerde küçük şelalelerden düşerek yalpalıyor ve akıyoruz âdeta dalgalar ve köpükler arasında… Suyun durgunlaştığı, derinliğin azaldığı yerlerde biraz nefeslenir ve kendimize gelir gibi olsak da yanımızdan geçen, üzerimize doğru gelen başka bir bottakilerin bize doğru eğlence niyetiyle serptikleri soğuk suyla yeniden ürperiyoruz.

Baştan sona heyecan, derin vadilerin, azgın ve coşkun dalgaların içinde buz gibi suyla ıslanarak unutulmayacak bir macera yaşıyoruz günün sonunda…

 

 

 

 

 

YORUM YAP