Yaşınızın, başınızın yüksekliği duygularınızı demir kazık olup yere çakmıyor. Kelebekler gibi uçuşuyor. Nostaljinin tatlı rüzgarına kapılıp, bir o yana, bir bu yana uçuyorsunuz.
Nostaljiye “Yurt, sıla, baba ocağı özlemi,” diyorlar. Ama daha çok ikinci anlamı olan; geçmiş bir çağa, geçmişteki yaşama duyulan aşırı sevgi ve özlemi tutuyorum. Yaş ilerledikçe nostalji hastalık haline geliyor. Zamanı ancak hayal dünyanızda geri sarabiliyorsunuz. Yoksa ne o günleri, ne o insanları geri getirebilirsiniz. Sizin bildiklerinizi, sizin gördüklerinizi gençlerin görmesi, bilmesi mümkün değil. Onlar elbette zamanı yaşayacaklar. Bizim geçmişte yaşadığımız gibi…
Bir şarkı ile bu sıcak yaz günü kelebeklerin pır pır uçuşun yoldaş olmanızın, kalbinizin sesini melodiye eşleyerek vals etmenizin ne sakıncası olabilir:
“Benim gönlüm bir kelebek / Dolaşıyor çiçek çiçek. / Tükenecek ömrü böyle / Çırpınarak, titreyerek…”
Bu güzel şarkının bestekarı Nazmi Atlığ… Sabite Tur Gelerman’dan, Güzide Kasacı ‘dan ve Recep Birgit’den dinlediğimi hatırlıyorum. Güftekârı kim?
Onu elli yıl önce 22 Ağustos günü kaybetmişiz. Hecenin beş şairinden biri… Anımsadınız mı? Anımsamayanlara ipucu olsun diye sevdiğinizi sandığım bir başka şarkının sözlerini aktarayım. Yusuf Nalkesen’in bestesi bu. Ben 1970’lerin başında Zeki Müren’den Nesrin Sipahi’den dinlemiştim. Siz isterseniz Tarkan’dan dinleyin: :
Hani o bırakıp giderken seni
Bu öksüz tavrını takmayacaktın?
Alnına koyarken veda buseni
Yüzüne bu türlü bakmayacaktın?
Hani ey gözlerim bu son vedada,
Yolunu kaybeden yolcunun dağda
Birini çağırmak için imdada
Yaktığı ateşi yakmayacaktın?
Gelse de en acı sözler dilime
Uçacak sanırdım birkaç kelime…
Bir alev halinde düştün elime
Hani ey gözyaşım akmayacaktın?
Bu peşrevin sonunda sözü Orhan Seyfi Orhon’a getireceğim. Bu şarkılar ve onlarca şarkının güftekârı Türk edebiyatının büyük şairi, yazar, gazeteci Orhan Seyfi Orhon…
23 Ekim 1890’da İstanbul’da doğdu. 22 Ağustos 1972’de İstanbul’da veda etti. Hukuk Mektebi’ni bitirince bir süre Meclis-i Mesuban’ın Kavanin Kalemi’nde memurluk yaptı. Sonra gazetecilik ve öğretmenliği birlikte sürdürdü. Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul Hükümeti’ni destekleyen “Aydede” dergisinde çalıştı. 1946’da CHP’den Zonguldak milletvekili, 1965’te Adalet Partisi’nden İstanbul milletvekili seçildi. 1922-1946 arasında Milliyet, Tasvir-i Efkar, Cumhuriyet, Ulus, Zafer, Havadis gazetelerinde mizah ve köşe yazıları yazdı. Yaşamının son döneminde Son Havadis gazetesinde yazarlık yaptı. İlk şiirleri arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları “Hıyaban” isimli dergide yayınlandı. 1917’de Yeni Mecmua’da çıkan şiirleriyle adını duyurdu. Türk şiirinde “Hecenin Beş Şairi” grubundan biri olarak ün kazandı. Yusuf Ziya Ortaç’la birlikte Papağan, Güneş, Ayda Bir, Çınaraltı dergilerini çıkardı. Şiire Aruzla başladı. “Fırtına ve Kar” isimli uzun şiirinde bunun başarılı bir örneğini verdi. Daha sonra Milli Edebiyat ve Genç Kalemler akımlarının etkisinde kalarak hece veznine döndü. Hece ile yazdığı şiirlerinde yalın bir dil kullandı.
Kitabına adını veren bir şiirini sunuyorum:
O, beyaz bir kuştu, uzun kanatlı;
Ardında ışıktan bir iz bıraktı.
Yek gibi dağları aştı bir atlı,
Arada bir engin deniz bıraktı.
Uzaktan gelirken derin akisler,
Kapadı geçtiğim yolları sisler.
Tutuştu içimde birikmiş hisler;
Gönlümü o kadar temiz bıraktı.
O, beyaz bir kuştu ak kanatlıydı;
Yel gibi dağları aşan atlıydı;
Hayâldi, hayâlden bile tatlıydı;
Ne ışık bıraktı, ne iz bıraktı