reklam
reklam
DOLAR42,5354% 0.06
EURO49,6340% 0.04
STERLIN56,8126% 0.04
FRANG52,9907% 0.19
ALTIN5.780,54% 0,48
BITCOIN91.973,45-1.344

“Şu Dağlarda Kar Olsaydım”

Yayınlanma Tarihi : Google News
“Şu Dağlarda Kar Olsaydım”

Sıcak bir temmuz sabahı.

Henüz kalabalıkların yatağından kalkmadığı bir vakitte denizin sonsuzluğa uzanan ufkuna sabitleniyor gözlerim. Radyoda bir türkü bu eşsiz manzaraya hüznüyle eşlik ediyor sanki. “Şu dağlarda kar olsaydım / simsiyah duman olsaydım / yine sever miydin beni/ sahipsiz mezar olsaydım?” İnsan manzaranın büyüleyici derinliğinde mi türkünün yüreklere gömülen manasında mı kayboluyor, bilemiyorum. Tıpkı Neşet Ertaş’ın türküleri gibi bu hayat… En hüzünlü türkülerde bile nasıl bir umut varsa, en hareketli türkülerde de bir hüzün vardır hep.

Mutluluk, çoğu zaman büyük gösterilerle, alkışlarla ya da göz kamaştıran başarılarla yaşanmıyor. Belki de, daha çok sessizce açan bir çiçeğin zarafetinde, güneşin ilk ışıklarının pencereye vuruşunda veya çarşaf gibi denizin dalgalarına yansıdığında, sıcak bir çayın dumanında hissettiriyor kendisini. Bu, insanın kendi içine döndüğü, konuşmadan, kımıldamadan, sadece anın içine gark olduğu vakitlerde yakalandığı tarifsiz duygudur. Kuşatıldığı dünyanın gürültüsünden uzak, sadece kendi yüreğinde yankılanan, kimseye anlatılamayan ama her hatırlayışta içten içe bir burukluğa neden olan nadide anlar, kıskıvrak yakalıyor… En mahrem hazineler belki de bunlardır, kimbilir? Hayatın o bitmek bilmeyen telaşına rağmen, bir yerlerde büyüyen, korlaşan bu duygular sımsıkı kuşatıyor zaman zaman insanı… Varoluşun sancılı gerçekliğine rağmen, içinde biriktirdiği ne zaman sökün edeceğini bilemediği belli belirsiz duygular bazen hüzünlerin girdabında bazen umut dolu sevinçlerin peşinde sürükleyip duruyor insanı…

Hayat, sadece göründüğü gibi küçük sevinçlerin biriktirildiği bir defterden ibaret değil ki… Madalyonun bir de görünmeyen, hüzün dolu ve fırtınalı bir yüzü var. Bazı insanlar, mutluluğu da mutsuzluğu da öyle bir içten yaşarlar ki, dışarıdan bakan gözler onların ruhunda kopan fırtınaları fark edemez. Oysa içlerinde, en yakınlarının bile göremediği, adeta bir kasırganın alaborasında savrulan bir dünya kaynar durur. Bu insanlar, olabildiğince her şeyi doğru yapmış olmalarına rağmen, en büyük fedakârlıklarına karşılık, ummadıkları yerlerden düş kırıklıkları alırlar. Bu düş kırıklıkları, unutulmaz yara izi gibi ruhlarının en derin noktalarına kazınır, zamanla birikir ve iç dünyalarını tarumar eder. Dışarıya yansıyan o dingin gülümseme, aslında içindeki fırtınaları örtmek için takılmış bir maskedir oysa.

İnsanın ruhsal dünyasındaki bu ikilem, yani görünen ve görünmeyen arasındaki o keskin ayrım, hayatın en trajik gerçeklerinden biridir. Bir yanda, en basit şeylerden bile mutluluk duyabilen, iç huzurunu bulmuş bir insan portresi; diğer yanda, tüm varlığıyla fedakârlık yapmasına rağmen, bir ömür boyu mutsuzluğun prangalarını taşıyan bir ruh hâli… Bir insan hem kahvesinin dumanında huzur bulup hem de içindeki kasırgalarla mücadelesinde hüzünlenebiliyor nitekim. İşte bu, insan olmanın en acı gerçeklerinden biridir. Bazen en büyük yaralar, en yakınlarından gelir. Güvenin sarsılması, sadakatin kaybolması, verilen emeklerin değersizleşmesi, insanı derinden yaralıyor. Bu yaralar, dışarıdan fark edilmeyen, kanamayan ama iç dünyayı kanatan yaralardır. Bu yaralarla yaşamak, o sessiz fırtınanın içinde çaresiz kalmaktır biraz da…

Hüzünlü kahroluşlar, bu fırtınaların en belirgin izidir. Dışarıdan bakanlar için sıradan bir hâl gibi görünen bu duygu, aslında derinlerde yatan mutsuzluğun yansımasıdır. İnsan, her şeye rağmen dünyanın güzelliklerini görebilir, sessizce açan çiçeğin kokusunu içine çekebilir ama aynı zamanda o çiçeğin bir gün solacağını, o güzel anın bir gün biteceğini de aklından hiç çıkaramaz. Mutluluğun bile bir hüzünle harmanlandığı, acı tatlı bir varoluş hâlidir bu. İnsanlar, yaşadıkları düş kırıklıkları yüzünden, geleceğe dair umutlarını yavaş yavaş kaybeder genellikle, içlerine kapanır ve kimsenin farkında olmadığı kendi sessiz dünyalarına gömülü kalırlar.

Hayatın bize sunduğu mutluluk ve mutsuzluk, çoğu zaman iç içe geçmiş iki karmaşık duygu yumağıdır aslında. Bir yanda, küçük anların getirdiği huzur ve sevinç; diğer yanda, görünmeyen fırtınaların ve düş kırıklıklarının kuşattığı hüzün sarmalı… Önemli olan, bu iki gerçekliği de kabul edebilmek ve her şeye rağmen, içindeki o küçük sevinçlere ve umutlara sımsıkı tutunabilmektir. Çünkü belki de hayatın anlamı, hem o sessiz çiçeğin güzelliğinde hem de içindeki fırtınaların varlığında gizlidir. İnsan olmanın, yaşamanın ve hissetmenin yaşanılması kaçınılmaz olan yönüdür bu. Ve her iki ruh hâli de, bizi biz yapan, ruhumuzu derinleştiren o tarifsiz duygudur aslında.

Ve hayat böyledir işte…

YORUM YAP