reklam
reklam
DOLAR42,4469% 0.01
EURO49,6560% 0.19
STERLIN56,9195% 0.37
FRANG53,0387% -0.08
ALTIN5.742,79% 0,04
BITCOIN92.456,000.055

İnsan Kendine Geç Kalır mı?

Yayınlanma Tarihi : Google News
İnsan Kendine Geç Kalır mı?

Yalnızlığın görünmeyen kuytularında, kalbin en ücra köşelerinde yankılanan sessiz bir çığlıkla başlar her şey. Hani derler ya: “Gönül yorgun düşerse yürek dilsiz kalırmış.” Bu söz ruhun açmazlarında çırpınan bir feryattır aslında. İnsan ne kadar koşturursa ve ne kadar çabalarsa çabalasın varacağı en son liman hep kendisi olur. Ancak bu yolculukta, bazen öyle çok yorulur ki, o limana ulaşılıncaya kadar kendisiyle kurduğu köprüleri harap eder genellikle.

İnsanın en büyük uğraşısı dünyaya, kendine ve sevdiklerine yetişme, onlarla bir ve beraber olma arzusu ve çabasıdır. Özellikle yakınlarıyla ve sevdikleriyle öylesine bir görünmez bir gönül bağı vardır ki onların yükünü taşımaya, dertlerine derman olmaya çalışır. Bir dostun omuzuna başını koyuşunu izlerken, bir ebeveynin yaşlı yüzündeki çizgilerin derinliğini hissederken, bir çocuğun masum gülüşüne eşlik ederken, kendi içinde derinleşen dertleri hep arka plandadır, göz ardı eder. O an, sevdikleridir öncelikli olan; nefsinden önce gelen. Bu öncelik ve fedakârlık hissi ve ağır baskısı zamanla kişiyi içten içe oymaya devam eder.

Yine de bir insan olarak çok dillendirilmese de yaptığı her şeyin, verdiği her emeğin bir karşılığını bekler doğal olarak. Bu bir teşekkür, takdir veya gönül alma olabilir. Ancak beklediği o karşılığı görmediğinde ise içinde bir üzüntü peyda olur. Bu sızı, zamanla büyür ve kişiyi yorgun düşürür. Bir çiçeği sularken, onun nasıl büyüyüp serpilmesini bekliyorsa insan, kendi emeğinin de benzer bir şekilde yeşermesini bekler haklı olarak. Ancak çoğu zaman en çok emek verilen bahçeler, bakımı yapılan çiçekler albenili ve çekici çehrelerini sürdüremez ve solmaya başlar. İşte o an, insan kendinin değersiz, çabalarının ise anlamsız olduğunu hisseder.

En çok yıpratan şey, çabanın takdir edilmemesi değil, çabanın fark edilmemesi ve önemsenmemesidir. Bir başkasının hayatına ışık olmak için ne kadar çaba sarf edildiğini, yorgun düşüldüğünü kimse bilmez. Bilmesi de gerekmez belki de. Ancak, o küçük jestlerin, o küçük yardımların görmezden gelinmesi, insanın içine bir fırtına gibi eser ve ruhunun en savunmasız anında yakalar. Yapılan her iyilik, ifade edilen her güzel söz, sanki bir hiç uğruna harcanmış gibi hissettirir. Bu his, insanın iç dünyasında yıkılmaz bir duvar örer. O duvarın ardında, bir zamanlar tüm coşkusuyla atan yürek, sessizliğe bürünür sonunda.

İnsan herkese yetişir de kendine geç kalır mı? Başkalarına yetişmek için çıkılan yolda, en önemli yol arkadaşı olan kendisini geride bırakır mı? Ne yazık ki hayat ve herkes aynı değil… Uğraşlar, bahaneler, ihmaller dünyası bazen düşünüleni uygulama fırsatı da vermiyor. Ve başkalarının hayatlarına dokunmak için uzatılan eller, kendi yarasını sarmaya yetmez oluyor. Oysa yorgun bir ruhun, hırpalanmış bir yüreğin başkasına ne faydası dokunabilir ki? Kendi düğümleri çözülmemişken, başkasının kördüğümünü nasıl çözebilir ki?

Bu geç kalmışlık, zamanla bir pişmanlık hissiyle birleşir. Keşkeler birikir içinde yığınla. Öyle ki keşke kendime de zaman ayırsaydım, keşke kendi sesimi de dinleseydim, keşke kendimi de takdir etseydim, cümleleri üşüşür durur. Ancak bu keşkeler, geçmişin tozlu sayfaları arasında kalır ve bugüne bir yük olarak taşınır sadece. İnsanın kendiyle olan ilişkisi, tüm diğer ilişkilerinin bir aynasıdır. Takdir görmeyen takdir ettikçe kendinden kaybederek nereye kadar ve nasıl gidebilir ki?

Ve insanın en büyük savaşı, dış dünyayla değil, kendi iç dünyasıyla olandır. Ruhen yıpratan ve üzen şey, hayatın zorlukları değil, bu zorluklar karşısında kendi içinde oluşturduğu savunmasızlık hâlidir. İnsan, kendine geç kaldığı an, sadece bugünü değil, yarınlarını da kaybetmeye başlar. Yüreğin dilsiz kalması, ruhun yorgun düşmesi, işte bu geç kalmışlığın en trajik sonucudur.

Oysa hayat bir yarış değil bir yolculuktur.

YORUM YAP