
İnsan, gördüğü bir anlık fotoğraf karesine hayatın tüm anlamını sığdırmaya çalışır. Bir tebessümü mutlak saadet, bir sessizliği tam bir huzur, bir bakışı sarsılmaz bir güven zanneder. Ancak her şeyin bir görünen yüzü, bir de dip akıntısı yani özü vardır. Tıpkı deniz suyu gibi; avucuna aldığında renksizdir, oysa uzaktan bakıldığında engin mavisiyle insanı mest eder. İşte insan da öyledir: İçinde taşıdığı derinlik, çoğu zaman dışarıdan bakan gözlere görülemeyebilir.
İnsanı ve tüm hadiseleri gerçek manada idrak edebilmek, yalnızca “bakmayı” değil, aynı zamanda “görmeyi” de gerektirir. Görmek ise, aklın ötesinde, kalbin ince ayarına, nefsin arınmasına, ruhun terbiyesine ve her şeyden önce tüm peşin hükümlerin bir kenara bırakılmasına bağlıdır. Zira insan, ilk bakışın aldatıcılığında gerçeği fark edemeyebilir. Bir sözün ardındaki incinmişliği, bir suskunluğun taşıdığı fırtınayı, bir gülüşün gizlediği kederi göremeyebilir insan. Sanılarına inanma kolaycılığına düşer ve gördüklerinin etkisiyle hüküm verir. İşte bu yüzden ilişkilerde yanlış anlamalar çoğalır, gönül haneleri kırılır, dostluk bağları zedelenir.
Aslında her insan, kendi içinde ışığıyla, karanlığıyla, yaralarıyla, umutlarıyla donanmış büyük bir evrendir. Bir insanın iç dünyasına nüfuz edebilmek, aceleyle verilmiş geçici kanaatleri geride bırakmayı gerektirir. Çünkü yüzeyde görülen, çoğu zaman sadece görünmesi istenen veya korunmak için giyilen bir maskedir. Hakikatin asıl rengi, tıpkı suyun derinlikleri gibi, tüm boyutlarıyla derinlerdedir, arka plandadır. Sesinin tonu, bakışının rengi, yürüyüşünün ritmi bile bazen kendini korumak için çekilmiş bir perdedir. Kimse, onun hangi fırtınalardan geçtiğini, hangi uçurumların kenarında beklediğini tam olarak bilemez. Bu nedenle hüküm vermek en kolay, ona yaklaşıp anlamaya çalışmak ise en zor ve en kıymetli imtihanıdır.
Genellikle ilk anda zihne gelen yüzeysel çağrışımlarla kanaat oluşur. Ve insan, doğal olarak ilk bakışta gördüğünü hakikat sanmaya meyillidir. Oysa her olayın bir geçmişi, nedeni, hikmeti ve görünmeyen bir boyutu vardır. İnsanı yanıltan, çoğu zaman kendi aceleciliği ve mutlak doğruluk iddialarına olan düşkünlüğüdür. Zira nefs, yanılmaktan ve hatasını kabullenmekten çekinir. Fakat iç dünyayı ve olayların ruhunu anlamaya talip olmak, yanılabileceğini, tevazuyu, kabullenişi ve esnekliği gerektirir. Tüm yönleriyle anlamaya çalışmak gereksiz görünebilir, fakat asıl hakikat oradadır.
Bazen bir davranıştan incinir insan; oysa o tavrın ardında, yorgunluk, kırgınlık, yaşanmış kadim bir acı vardır. Bazen bir söz ağır gelir; oysa o an konuşan, söyleyenin dili değil, yarasıdır. O nedenle bir insanın tavrı, sadece bir anın fotoğrafı değil; bir ömrün izlerini, biriken hatıraların ve gömülü acıların yankısını taşır. Bu yüzden aceleyle verilmiş hükümler, çoğu zaman yanıltıcı olabilir.
İnsanı anlamak, zarafet ve ihtimam ister. Suyun berraklığına aldanmaz, görünenin ötesinde dipteki taşları da görmeye gayret etmek gerekir. Bir insanın iç âlemini kavramak için sabır gerekir; bazen susarak dinlemek, bazen kelimelerin arasındaki manayı anlamak, bazen de kalbin titreşimini hissetmek icap eder. Çünkü hakikat, çoğu zaman cezbedici kelimelerin değil, sükûnetin ve sessizliklerin içindedir. Anlamak isteyen, görünenden öteyi görmeye niyetli olmalıdır.
Olayların esasını görmek, insanın kendi varoluşunu inşa etme biçimidir. Yaşanan bir acıyı sadece bir ızdırap olarak değil, bir öğreti olarak kavramak; bir kırgınlığı yalnızca bir yara değil yol gösterici olarak görmek; bir başarısızlığı bir kayıp değil yeni bir başlangıcın tohumu olarak değerlendirmek gerekir. Hayatın dokusu, görünenden ibaret değildir; her şeyin ardında bir hikmet mevcuttur. Bazen zaman bizi yaralar, bazen merhem olur; bazen unutturur, bazen hatırlatır.
Ne insan ne de yaşadıkları, deniz suyunun görünen mavisi kadar basit ve tek boyutlu değildir. Görünen kısmı yalnızca bir yansımadan ibarettir. İnsan olmanın asaleti ve derinliği, o yansımayı aşarak özüne yani kalbinin basiretine bakabilmektir. Kalple görüldüğünde, her şey başka bir renge bürünür. İnsanlar daha anlaşılır, olaylar daha katlanılır, hayat daha kapsamlı bir anlam kazanır. Çünkü hakikat, daima görünenin ardında saklıdır ve ona ulaşmak, insanın bu dünyadaki en kıymetli ve en kutlu çabalarından biridir.




