Unutmak yokuşunu tırmanamayan birkaç kelimenin kuru gürültüsünde patlıyor çığ gibi, sözcükler yumağı, gecenin üzerine. Ve dağılıyor hece hece. Topla kendini şimdi toplayabilirsen gece. Hecelerden etmiyor ki bir gece… Gerdanlığı yıldızlarla akılları çelip, ayaklarına çelme takıyor düşüncelerin, karanlık kuyusuna düşürüyor her dalgını. Gecenin mesaisine kalamayan uykular oluyor tek sorun.
Uykusuzluğumuzun alabildiğine ısrarlarıyla hüznümüzün pulları dökülüyor. Ahımızın yaprakları. Eksiliyoruz, eskiyoruz. Yama tutmaz ellerimizle tutamıyoruz hayatın bir ucundan. Hayallerin sahici yolculuğunda bizi uykuya ikna edecek masallar arıyoruz. Üzerine basmamak için hikâyelerin hep geri geri gidiyoruz. Eskiye ayarlı saatlerimiz. Gelecek gitgide gözden kayboluyor.
Gündüz kimselerin aklına gelmese de, gece kulağına fısıldıyor ısrarla, tüm ayrıntıların. Kimse kutsadığı sanatını, icraatlarını yanında taşıyamadığı için müzayede cehennemine dönüşüyor her bir köşe başı? Müze değil, kaybolduğumuz, bir labirent dar sokaklar. Kendini bulmaya ayarlı değil pusulalar. İşi başından aşkın saatlerin, hiç kimseye vakti yok ne yazık ki!
İçimizin içişleri bakanlığı yönergeyle kesin talimatlar veriyor, yarın başka olsun diye. Hatırlatıyor tedaviyi en iyi dostumuz gece. “Gönül mütefekkiri varken akıl sarmaşığına dolanmak niye!”
Ve “Ben bir garip ayracım, Sayfalar dolusu kelimelerimin arasına sıkışmış!” diyor uyku tulumu, gece lambası bir çift göz. Söylenirken karanlığın en kuytusunda kendi kendine…
Okuma bilmeyen kalemlerimiz, yazmayı bilen ellerimizden daha cüretkârken karanlıklarda; susmak bilmeyen tenhalar saklanıyor uçurumlarımızın yamaçlarına. Ve yankılanıyor dolunay gibi bir şiir göğün en ücra yüzünde:
“Karanlığın telvesi gece,
Yudum yudum yıldız falı.
Dönmüyor alem,
Durmuyor kelam.
Helezonik duygulardan
Arınıyor Sema ve Zen,
Ben; bizatihi Sen!”