
Geçtiğimiz hafta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Cuma hutbesinde zina konusunu ele alması, kamuoyunda yeni bir tartışma dalgasını başlattı. Oysa hutbenin içeriği, İslam’ın temel ahlaki öğretilerinden biri olan iffet ve aile sadakati üzerineydi. Konu, dini referanslarla Müslümanlara hitaben anlatılmıştı. Ne var ki bu hutbenin ardından laiklik ilkesi üzerinden yapılan eleştiriler, Türkiye’de inanç ve ifade özgürlüğü dengesini bir kez daha sorgulatır hale getirdi.
Her şeyden önce, Diyanet’in görevi belli: Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan Müslümanlara dini rehberlik etmek. Cuma hutbeleri de bu amaca hizmet eden, cami cemaatine yönelik dini mesajların verildiği alanlardır. Yani bu mesajların muhatabı camiye gelen, İslam inancını benimsemiş kişilerdir. Dolayısıyla hutbede yer alan “zina kötüdür”, “iffet korunmalıdır” gibi ifadeler, İslam inancının doğal bir yansımasıdır. Bu ifadeleri kendi inanç dünyasına ters bulanlar, o hutbenin hedef kitlesi içinde yer almıyor olabilir ki zaten olmaları da gerekmiyor.
Ancak burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir mesele var: Laiklik ilkesi. Türkiye’de laiklik, dinin devlet işlerine müdahale etmemesini olduğu kadar, devletin de din işlerine mesafeli durmasını gerektirir. Ne var ki bazı çevreler laikliği, dini düşünce ve ifadelerin kamusal alanda var olamayacağı şeklinde yorumlamaya başladı. Bu, laiklik değil, inanç özgürlüğünün baskılanmasıdır.
Eğer bir birey zina, aldatma, çıplaklık ya da müstehcenlik gibi yaşam tarzlarını benimseyebilir; bu onun kişisel terci, namus zayıflığı ve genişliğiyle alakalıdır. Elbette kimse kimsenin hayatına müdahale edemez. Ancak aynı şekilde, zina karşıtı, iffet yanlısı, namuslu bir düşünceye sahip olan dindar insanlar da bu görüşlerini ifade edebilir. Onlara da kimsenin dil uzatma hakkı yoktur. Çünkü özgürlük dediğimiz şey, herkesin aynı şeyi düşünmesi değil; farklı şeyleri özgürce ifade edebilmesidir.
Bir diğer tehlikeli yanılgı da şudur: Diyanet’in hutbesinde eleştirilen davranışlar, bir dine mensup olmayanlar tarafından “benim yaşam tarzıma karışılıyor” şeklinde algılanıyor. Oysa Diyanet, hiçbir zaman bu davranışları hukukî ya da toplumsal zorunluluk haline getirmemektedir. Dileyen eşini, kızını çıplak gezdirip, zina yapmalarına göz yumabilir. Dediğim gibi bu onların genişliğiyle ilgilidir. Deyyusluk gibi bir tanım vardır. Kendini bu tanım içerisinde görmek isteyenler olabilir. Hutbede yar alan ifadeler yalnızca inancın bakış açısından doğru-yanlış ekseninde değerlendirme yapmaktadır. Bu da Müslüman bireylerin hayatını yönlendirmek içindir, başkalarının değil.
Sonuç olarak, laiklik kimsenin inancına müdahale edemez; aynı şekilde inanç da, kendini ilgilendirmeyen bireylerin yaşamlarına yön vermeye çalışmamalıdır. Herkesin kendi değerlerini yaşadığı, ama başkalarının inanç ya da ahlak anlayışına saygı gösterdiği bir toplum, gerçek anlamda özgür bir toplumdur. O yüzden zina hutbesinden rahatsız olanlara şunu söylemek gerekir: Beğenmek zorunda değilsiniz, ama saygı göstermek zorundasınız. Tıpkı farklı yaşam tarzlarına saygı beklediğiniz gibi.