reklam
reklam
DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

Seviniz sevebildiğiniz kadar

Yayınlanma Tarihi : Google News
Seviniz sevebildiğiniz kadar

Sakın yakındığımı, kendime acıyıp “ah, vah!” ettiğimi sanmayınız. Urfalı Nabi’nin dediği gibi:

“Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz / Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz”

Günümüze çevirecek olursak, zaman bağının baharını da gördük güzünü de; üzerimizden neş’e rüzgârları da geçmiştir gam fırtınaları da.

Geçmişle böbürlenmek aklıma bile gelmez. Ama hayatımızın bir parçası olan sosyal medya gün gün, yıl yıl geçmişte ne olduğunu size hatırlatıyor. Eskiden elli yüz sayfalık albümlerin arasına koyduğunuz resimlerle sınırlı kalmıyorsunuz. Binlerce fotoğrafınız bilgisayar belleğinden önünüze düşüveriyor. Çoğunun zamanını, zeminini, içeriğini, kimle niçin bulunduğunuzu hatırlamıyorsunuz.

Facebook’ta şimdi gördüm. Bana hatırlatıyor:

Yedi yıl önce paylaşmışım. Belki dana eski. Türk Amerikan Üniversiteliler Derneği ve Üniversiteliler Eğitim ve Kültür Vakfı’nın seçkin üyelerine, Sevgili Mualla Tetik’le İstanbul’un nisan yağmurları, erguvanı, gülü, bülbülü, lalesi ve ölümsüz aşklarıyla bir fasl-ı baharını gezdirmişiz.

Geriye dönüp, yazdıklarıma. Anlattıklarıma, oradan oraya koşturmalarıma baktığımda “Bu ben miyim?” diye sormaktan edemiyorum. Etkilendiğim hanımlardan biri Nigar Hanım olmuştu. “Bir Daha Söyle” şiirinde diyor ki:

“Yegâne sevdiğin âlemde ben miyim şimdi?

Sahih ben miyim artık muhâtab-ı aşkın?

Bütün o hiss-i amik-i fuad-i pür şevkin

O ibtilâ-yı ezel, o alâik-i ebedi

Benim mi şahsıma mahsûs?.. Bir daha söyle.”

Şiirin anlaşılması için birkaç terkipin (tamlamanın) anlamını yazayım:

(Hiss-i amik: derin duygular, Fuad-ı pür şevk: istek dolu yürek duyguları, İbtila-yi ezel: ezeli düşkünlük, Alaik-i ebedi: sonsuz ilgiler)

Hayatın her aşamasının güzellikleri var. Dert etmeyip zevk almasını bilirseniz. Mesela, bugün akşam Taksimde Atatürk Kültür Merkezi’nin Tiyatro Salonunda çok sevdiğim arkadaşlarımın yönettiği ve sanatçı olarak katıldığı Aşık Veysel Konseri var. Gitmem gerek. Ama ben gidemiyorum. Beni alıp götürecek, geri getirecek dostlarım da var. Ama kimseye yük olmak istemiyorum. Ne yapayım kara yasa mı gireyim? Hayır ben bu durumumdan da zevk alıyor, konserin başarılı geçmesini diliyorum. Zevk aldığım için bu yazıyı yazıyorum.

Aşık Veysel’in son günlerinde ve hasta yatağındaki duygularıyla empati yapıyorum:

“Şu geniş dünyaya sığmayan gönül

Şimdi bir odaya kapandı kaldı

Bir dakka bir yerde duramaz iken

Oturduğu yerden kalkamaz oldu”

Odaya kapanıp kalmam, evden dışarı çıkamaz oluşum dert değil. Bilemezsiniz gönül kuşumun kapısı açık. Nerelere nerelere uçuyor. Hangi hayaller deryasına kulaç atıyorum? Bugün gazetede Mustafa Necati Karaer’i yazdım. Rahmetli, hayran olduğum şairlerden, yakınında bulunduğum ağabeylerdendi. Şu dizelerini bayılıyorum:

“Boşalır gökyüzünün maviliği

Çekilir denizlerden su

Soğur toprak, soğur yıldızlar.

Tek gerçeği elindedir yaşamanın

Sev sevebildiğin kadar…”

Evet bırakınız kendinize acımayı, seviniz sevebildiğiniz kadar. Ben sizleri seviyorum.

 

YORUM YAP