Bundan 25 yıl kadar önce yine gelmiştim Urfa’ya.
Rahmetli Ömer Kaya’nın refakatinde Atatürk Barajı’ndan Urfa Kalesi’ne, Balıklıgöl’e kadar birçok mekânı gezmiştik. Kazı çalışmaları nedeniyle şimdi kapalı olan Urfa Kalesi’ne de çıkmıştık o zaman, mancınıkların olduğu yerleri, antik yerleri görmüş ve kale içindeki tünelden aşağıya inmiştik.
Haziran 2022’de bir kez daha Urfa’dayız. Sıcaklık aynı. Ancak Urfa çok değişmiş. Özellikle Göbeklitepe sadece Urfa’yı değil, bilim dünyasının, medeniyet tarihinin bilinen birçok tespitlerini altüst etmiş durumda. Kazılarda ele geçen eserler, yığma tepenin altından çıkan dünya, insanlık tarihinin geçirdiği serüveni, dönemleri ve çağları yeniden ve çok farklı olarak gözler önüne seriyor artık.
Ve Urfa’nın büyülü havasındaki ikinci günümüz bugün.
Geceyi geleneksel sivil mimarinin eşsiz yapılarından biri olan Urfa evlerinden dönüştürülmüş otelimizde geçirdik. Sabahın ilk ışıklarıyla konağın kalker taşından yapılmış kalın duvarlı, tonoz örtülü damlarında, eyvanlarında etrafı ve gökyüzünü seyreyledik; rengârenk güller ve çiçeklerle, asma dallarının havuzların üzerini gölgelediği, su kuyularının yer aldığı, meyve ağaçlı iç avlularıyla, odalarıyla, eyvanlarıyla, taş merdivenleriyle, kemerli kapılarıyla birbirine bağlı konağı geziyoruz. Alışkın olmadığımız aşırı sıcağa karşı iç mekânlarda ruhlara dinginlik veren serinlikte, konağın geniş salonunda Urfa lezzetleriyle kahvaltımızı yaptık. Ve gezmek üzere Urfa sokaklarına çıktık tekrar.
Rehberimiz İsmail beyin anlatımıyla UNESCO tarafından 2018’de Dünya Mirası listesine alınan Göbeklitepe’ye doğru yol alıyoruz. Uzaktan bakıldığında şık ve estetik bir görünüme sahip çelik bir çatı örtüsü kaplamış kazı alanını. Yaklaşık 4 bin m2 lik kazı alanını çepeçevre kuşatan yürüyüş parkurundan höyüğün altında asırlarca saklı kalan bir dünyayı izleyerek 12 bin yıl öncesine seyahat ediyoruz bir bakıma…
Tarihin seyrine ait bilinenleri değiştiren Göbeklitepe, Urfa şehir merkezinden yaklaşık 15 km uzaklıkta. Medeniyetlerin beşiği olan Mezopotamya’nın (Bereketli Hilal’in) kuzey ucunda, alabildiğince uzayan Harran ovasında yığma toprak tepe aslında… Ta ki 1995 yılında bu bölgede tarlasını süren bir çiftçi, kireçtaşından yapılmış bir eser bulur ve müzeye teslim eder. Önceleri çok önemsenmeyen ama arkeologların değerini fark etmesiyle, bölgede kazılar başlar. Ortaya öyle şeyler çıkar ki, bugüne değin bilinen ve öğretilen tüm tarihi bilgiler temelinden sarsılır… Buluntular nerede ise her şeyi sil baştan değiştirmektedir. Bugüne kadar bilgilerimize dayanak olan Mısır Piramitleri 4.650, İngiltere Stonehenge 5 bin, Malta Tapınakları 5.600 yaşındadır. Ve Göbeklitepe ise bunlardan 5-6 bin yıl öncesine ait, yani 12 bin yaşında. Ve yapı mimarisi, buluntuları, görselleri kısacası her şeyiyle tüm tarihi teorileri değiştirecek kadar yeni…
İnsanlık tarihi anlatılırken; avcı – toplayıcı toplumların sonrasında tarımla birlikte yerleşik hayata geçildiği, hayvanların evcilleştirildiği ve yerleşim alanlarının kurulduğu, daha sonrasında ise dini inançların ve kültürlerin geliştiği bir sıralama yapılırdı.
Oysaki böyle değilmiş işte…
Neolitik dönemde; yani çanak çömleğin dahi olmadığı, tekerleğin ve el aletlerinin gelişmediği, yerleşik hayata geçilmediği bir dönemde inşa edilen Göbeklitepe gözlerimizin önünde… Burada öyle bir yapı, mimari ve insan yaşamı var ki, tüm bildiklerimizi altüst ediyor. Çünkü tonlarca ağırlıktaki kayalar uzak bölgelerden çıkarılmış ve buraya taşınmış. Burası, bugün henüz 6 sı açılmış olan 20 kadar dairesel veya sarmal biçimde yapıdan oluşuyor. Her yapının etrafı daha kısa olan T şeklindeki dikilitaşlarla çevrili ve merkezi kısımda ise yine devasa T şeklinde 2’şer adet dikilitaş var. Üzerlerine kabartma resimler, sembol, figür ve işaretler işlenmiş.
Görüyoruz ki, bilim ve tarih Neolotik çağa ait bugüne kadar nelere yok demişse hepsi Göbeklitepe’de mevcut. Yine, insanların sosyal evrimi ve dinlerin doğuşuna dair kabul gören mevcut teoriler artık geçersiz. Zira Göbeklitepe ile birlikte insanlığın Mısır Piramitlerinden de önce Taş Devri’nde tarım ile uğraştığı ve yerleşik hayata geçtiğini göstermektedir.
Bugüne kadar yapılan araştırmalara göre henüz bu yapılar hangi kavme ait olduğu, nasıl ve hangi amaçla inşa edildiği tespit edilebilmiş değil. Yine en ilginç husus ise inşasından yaklaşık iki bin yıl sonra yine insan eliyle ve özenle üzerleri toprakla yığılarak gömülmüş ve bölge bir daha kullanılmamak üzere terk edilmiş. Nedeni ise hâlâ çözülememiş bir gizem. Tapınak mıdır, korunak mıdır, yıllın belli mevsimlerinde Harran ovasının muhtelif yöresindeki yerleşik olan veya olmayan kavimlerin burası toplanma /buluşma mekânı mıdır, şimdilik bilinmiyor. Bilinen husus ise henüz altı tanesi ortaya çıkarılmış yirmiye yakın birbirinin benzeri yapıların ve içerisindeki sütun ve dikilitaşların ileri bir mühendislik ve mimarlık harikası olmasıdır. O dikitlerin üzerlerinde kimi yerde oyulmuş, kimi yerde kabartma halindeki leopar, yaban domuzu, akrep, leylek, tilki, ceylan, yılan gibi hayvan kabartmaları ve insan eli figür gibi semboller yer almaktadır.
12 bin yıl önce bilim, sanat ve estetiği ile inşa olunmuş medeniyet gösteriyor ki, bilgi ve beceri insanlığın yeryüzüne geldiği günden beri tüm ihtişamıyla ortadadır.
Göbelitepe’deki sütunlardan birinin üzerinde sanki bugün çizilmiş doğum yapan kadın kabartması bulunuyor. Anlattığına göre günümüzde dahi çocuğu olmayan kadınların bu tepeye gelip hala dua ediyor, tepe üstündeki mezarların yanındaki ağaca çaput bağlıyorlar. İşte 12 bin yıldır devam eden gelenek…
Hayret ve şaşkınlık içerisinde gezdiğimiz Göbeklitepe’den sonra rehberimizin mihmandarlığında Şanlıurfa Arkeoloji Müzesine geçiyoruz. Göbeklitepe’den çıkan bazı eserler 30 bin m2 lik üç katlı müzede sergilenmektedir. Müzede 14 adet ana sergi salonu ve 33 adet canlandırma alanı olmak üzere sırasıyla Paleolitik, Neolitik, Kalkolitik, Tunç, Demir, Helenistik, Roma, Bizans ve İslamî dönemlere ait eserler ayrı ayrı ve birbirini takip eden salonlarda sergileniyor. Ayrıca Göbeklitepe D tapınağının etkileyici bir replikası ise ayrı bir bölüm halinde yer almaktadır.
Bir diğer müze ise aynı bahçede yer alan “Haleplibahçe Mozaik Müzesi”dir. Müze 6 bin m2 bir alan üzerinde 82 m. çapı ile ülkemizin kolonsuz en büyük yapısıdır. Bölgede Belediyenin yaptığı inşaat kazısı esnasında mozaikli bir Roma villası tespit edilir. Mozaiklerin bulunduğu alan, müze olarak inşa edilir. Fırat Nehri’nin orijinal taşlarından 4×2 mm ebatlarında mozaik tekniği ve sanatının bir şaheseridir adeta. Müzenin en meşhur mozaiği Amazon kraliçelerinin av sahnelerinin bulunduğu, Savaşçı Amazon Kraliçelerinin isimleriyle beraber mozaiğe resmedildiği 3×9 m büyüklüğündeki taban mozaiğidir.
Zemin üzerine yükseltilmiş cam parkurlar üzerinde gezerek izlenen müzede dünden bugüne insan hayatına dair yaşanmışlıkları, estetiği, sanatı ve medeniyeti görmek mümkündür.
Bu topraklar çok zengin…