reklam
reklam
DOLAR40,1901% 0.22
EURO47,1146% 0.08
STERLIN54,2331% -0.36
FRANG50,4774% 0.27
ALTIN4.335,04% 1,20
BITCOIN118.881,761.46

Zamanın Farkına Varmak

Yayınlanma Tarihi : Google News
Zamanın Farkına Varmak

Geçip giden zamanın farkına varmak, hayatın dokusunu oluşturan her anın benzersizliğini kavramakla başlar. İnsanın yaşadığı her saniye, bir daha asla geri gelmeyecek bir zaman dilimidir. Zaman dediğimiz mefhum, görünmeyen bir nehir misali, sessiz ve ama sürekli akıp gidiyor. Farkına vardığımızda ise çoğu zaman geçip gitmiş oluyor. Hâlbuki her lahza, insan ömrünün ilmek ilmek dokunduğu nadide vakitlerden oluşan “an”lardır. Bir daha asla yaşanamayacak anların farkına varmak; yalnızca bakmakla değil, fark etmek ve kıymet vermekle mümkün olabilir. Çünkü insan, yaşarken çoğu zaman koşuşturmacanın, beklentilerin ve günlük kaygıların içinde kayboluyor. Geleceğe odaklanırken, içinde bulunduğu “şimdi”nin değerini ıskalayabiliyor. Oysa hayat, mütemadiyen ertelenen bir gelecek değildir asla… Hayat, tam da “şimdi”lerin toplamından ibarettir.

İnsan doğası gereği planlar yapar, hedefler koyar ve geleceğe yönelir. Çünkü arzu edilen gelecek, içinde bulunduğumuz bugünün adımlarıyla inşa edilir. Bugünün anlamını kavrayamayan, gereken önemi vermeyen bir zihin, geleceğini ne derecede kurgulayabilir ki? Sürekli bir şeyleri bekleyerek yaşamak, aslında hayatı bekletmek, bir bakıma ertelemek demektir. Zira her “yarın”, “bugün”dür aslında. Fırsatları çeşitli bahanelerle bir “sonra”ya ertelemek, var olanı görmezden gelmek, hayatı tükenişe mahkûm etmektir bir bakıma. Farkındalık, kıymetli bir hazinedir; hayatın kıymetini fark etmede kilit rol oynar. Farkındalık, şimdiki ana odaklanma, duyuları açma ve deneyimleri tam olarak yaşama yeteneğidir. Gönül gözüyle bakabilmek, zihnin gürültüsünü susturup ânın sesine kulak verebilmektir… Pencereye düşen sabah güneşi, içilen bir yudum çayın sıcaklığı, bir çocuğun neşeli hâli ya da toprağa düşen yağmurun şefkatli dokunuşu her ne kadar sıradan ve basit gibi görünse de hakikatte ömrün nadide incileridir. Bu incilere önem vermek, ömrü sıradanlıktan kurtarır. Bunların her biri, aslında hayatın ta kendisidir. Onlara değer atfetmek, hayatın kalitesini artırır.

İnsanoğlu çoğu zaman sahip olduğu nimet yok olduğunda onun kıymetini fark eder. Sağlık yitirildiğinde, sevdiklerimiz kaybedildiğinde, kalpte açılan boşluk derinleştiğinde geçip giden zamanın ve yaşanamamış güzelliklerin hüzünlü muhasebesi çöker insanın yüreğine. Bu hüzün, tefekkür ehli için bir uyanış vesilesi olabilir. Geçmişteki kayıplarımız, gelecekteki anlara daha bilinçli yaklaşmamız için bir ders niteliği taşır.

Hayatın kıymetini tam anlamıyla kavramak, bir yaşama sanatıdır. Bu sanat, sadece büyük olaylara veya kırılma anlarına odaklanmak değil, aynı zamanda günlük yaşantının akışında gizli olan hazineleri de görmekle mümkün olabilir. Bir fincan kahvenin kokusu, yağmurun cama vuran sesi, sokaktaki çocukların oyun sevinci, bir ağacın yapraklarının rüzgârda hışırtısı gibi hayatın dokusunu sevecen kılan ince detaylar vardır. Gönlü ve gözü açık olanlar bu detayları fark eder. Zira tefekkürle bezeli bir hayatta hiçbir an sıradan değildir.
Yaşadığımız anın kıymetini bilmek, ertelememe bilinciyle de yakından ilişkilidir. Yapmak istediğimiz şeyleri, söylemek istediğimiz sözleri, öğrenmek istediğimiz deneyimleri sürekli ertelemek, aslında hayatı ertelemektir. “Bir gün” diye başlayan cümleler, çoğu zaman gerçekleşmeyen hayallerin mezarlığına dönüşür. Oysa her an bir fırsattır. Bir telefon açmak, bir teşekkürü dile getirmek, yeni bir beceri öğrenmeye başlamak, sevdiklerimize sarılmak gibi küçük görünen sıradan eylemler, anı yakalamanın ve onu değerli kılmanın yollarıdır. Hayat, elimizde tuttuğumuz kısacık “şimdi”lerden ibarettir aslında. O hâlde niyetimiz neyse, onu bugünden söylemeli, sevgimizi bugünden göstermeliyiz.

Geçmiş, bir ibret aynasıdır; gelecek ise umutlarla dolu bir bahçedir. Ama asıl olan, her ikisini de “şimdi”nin penceresinden seyredebilmek. Geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin belirsizlikleri arasında sıkışmak yerine, kalbi ve aklı ânın feyzine açmak gerekir. Her anı bir emanet bilip, şükürle, muhabbetle, tevazu ile yaşamak, yaşamanın en güzel şeklidir.

Çünkü hayat, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına sunduğu armağanlardan biridir. Her anı bir lütuf, her nefesi bir nasip, her karşılaşmayı bir hikmet bilip yaşarsak; işte o zaman ömrümüz, sadece akıp giden bir zaman dilimi değil, gereği gibi yaşanmış bir hayat olabilir.

YORUM YAP