Elbette istisnalar kaideyi bozmaz. Türk milleti gösterişi sevmez. Gösterişle itibar kazanılmayacağını bilir. Kendine ait bir hikmetli sözü, söylediği şiiri, gün yüzüne çıkarmaktan çekinir. Başkalarına mal eder. Kimi Karacaoğlan’ın, kimi Bektaşi’nin, kimi Nasrettin Hoca’nın, der. Biri çıkmış:
“Benim sana verebileceğim çok bir şey yok aslında; çay var içersen, ben var seversen, yol var gidersen,” demiş. Bu sözü de Aşık Veysel’in sırtına yüklemiş. Elbette Aşık Veysel, Sivrialan köyündeki mezarından kalkıp ben böyle bir şey söylemedim, diyemez ama, onun yakınları da çıkıp bu söz Aşık Veysel’in değil, demiyor. Niçin Aşık Veysel’in olamaz? O ayrı bir yazı konusu. Güzel yönü çay, sevgi ve yol sözcüklerini içermesi.
Yağmur bereket. Çay umut getirir. Her şey bitmedi demektir. Sevgi ve yol ise güvendir, insanlık sanatının alfabesidir.
Hayatın sıkıntılarına karşı, çayın demini ortaya koyabilirsiniz. Ömrünü, soğuyan bir bardak çayla özdeşleştiren kalender meşrep kişilere rastlarsınız.
Bir tiryakiye, huyu mu güzel olsun, yüzü mü diye sorsanız, sanırım “çayı,” der. Yine ehlikeyf tiryakiler der ki: “Çayı közde, sevgiyi gözde, tebessümü yüzde, adamlığı özde, mutluluğu azda arayın.”
Özbek şair ve oyun yazarlarından Erkin Vahidov’un şu benzetmesine bayıldım: “Ne kadar kibirli olursa da bardağın önünde eğilir çaydanlık. Öyleyse bu büyüklenme niye? Bu kibir bu gurur niçin? Mütevazı ol. Hatta bir adım bile geçme gurur kapısından. Bardağı insan bunun için öper daima alnından…”
200 yıl önce doğan Tatar Türklerinden Abdül Kayyum Nâsırî’nin “Favakihü’l-Cülesâ” adlı eserinde çayı ilk içen Türk’ün Hoca Ahmed Yesevi olduğu yazılmış. Bir komşu ziyareti sırasında ilk kez çayla tanışan Yesevi, çayın yorgunluğunu geçirdiğini söyleyerek “Hastalarınıza bundan içirin ki sağlık bulsunlar, diye öğüt vermiş.
Çayı severim Duble bardakla günde on bardağı geçer içişim. Ama, sohbetsiz, dostsuz, komşusuz içtiğim çay, yağsız tuzsuz, baharatsız; yutmakta zorlandığım, ağzımda çoğalan ekmek gibi geliyor.
Adına ister köy, ister yazlık deyiniz. Komşularımla içtiğim çay, ruhuma gıda gibi geliyor.
“Dünyada Van ahirette iman” diye bir söz vardır. Ben tebdil edeyim: İnsanın dünyada önce komşusu, sonra da yine komşusu” olmadı.
Yavuz Donat da bir yazısında söz etmişti:
Erzurumlu, Bayburt’a gitmiş, kahveye girmiş:
– Hele gardaş bir çay getir de içek.
Ve peş peşe 29 bardak çay içmiş. Bayburtlu sormuş:
– Abi, daha getirim mi?
Erzurumlu, elini kalbine götürüp, yanıt vermiş:
– Yok gardaş… 30 bardak oldi mi çarpıntı yapiy.
Azerilerin ve Erzurumluların çaya destanları var: Birinden kısa bir alıntı yapayım:
“Bir mübarek nesnedir ki övülür,
Erzurum’da her şeyden çok sevilir,
Sıra sıra tepsilere dizilir,
Yakut renkli pırıl pırıl demli çay.
Erzurum’un mutfakları düzenli,
Biçim biçim semaverler bezeli,
Eksik olmaz sofrasından ezeli,
Lavaş ekmek, civil peynir, bir de çay.
…”
“Bir bardak demli çay / burukluğu gibi kalsın / gecenin ve sabahın tadı / yaşasın anılarımızda …” diyor şiirinde Ahmet Telli.
Anonimliğe düşmüş nice şiirleri var Can Yücel’in İşin içinden çıkamıyorum:
“Çayın arası kalabalıkla iyiymiş, kahvenin yalnızlıkla.
Ben suyu koydum,
Gelirsen çayı demlerim, gelmezsen kahve koyarım.
Haberin olsun.”
Yukarıda yazdığım gibi dostlarla tatlı bir sohbetin eşliğinde içilen çayın tadına doyum olmaz. Çay hayatımızın vaz geçilmezi. Yarenliğin olmazsa olmazı.
Haydi buyurun. Ben aktarayım da siz de ne anlarsanız anlayın:
“Geleydin bir çay içimi; sen çay dökerdin, ben de içimi…”
Bir çay içiminde içinizi dökebileceğiniz dostu, komşuyu, yol ehlini bulabilmek.