reklam
reklam
DOLAR 32,3332 % 0.24
EURO 35,0919 % -0.13
STERLIN 40,9232 % -0.23
FRANG 35,7155 % 0
ALTIN 2.301,21 % 1,04
BITCOIN 2.281.749 0.271

Bir Şehrin Taşlara Nakşedilen İhtişamı

Yayınlanma Tarihi :
Bir Şehrin Taşlara Nakşedilen İhtişamı

Bir şehirde gezmek biraz da o şehrin tarihinde gezmektir; dününe, geçmişine yolculuk etmektir.

1560’lı yıllarda inşa edilen ve yolcuların, dönemin araç ve gereçleriyle gelip konakladığı bir kervansaray niteliğine sahip Behrampaşa Hanı. Hanın avlusunda yediğimiz öğle yemeği sonrası ayrılıyoruz buradan. Sivas’ın 1200’lü yıllarına doğru gezmeye çıkıyoruz tekrar.

Sivas’taki gezi güzergâhımızın yönü bu sefer bir padişah kabri, bir sultan mekânı. Selçuklu sultanı I. İzzettin Keykavus’un türbesine, Sivas’ta kendi adıyla devlet kuran Kadı Burhaneddin’in kabrine gideceğiz. Zira Sivas, sultanların metfun olduğu bir şehir. Bir dönemlerin yönetim merkezi, başkenti, eyalet merkezi olan bir şehir…

Ulu Cami kenarından geçip Numan Efendi Kabrinde dua ettikten, hazirenin akmayan çeşmesini, pencere pervaz tabanındaki taş zeminde yılanvari halkaların içinde daireler çizerek her iki yöne su akıtan kanallarını, kemerli ihata duvarlarını inceleyerek Müftü Sokağının hafif yokuşundan ilerliyoruz. Eski şehir sokaklarını ve mahalle kültürünü konuşarak Tarihi Şehir Meydanının medreseler bölgesine vasıl oluyoruz.

İstanbul’dan gelen medya sektöründe görev yapan misafirlerimizle birlikte Şifaiye Medresesi ve Çifte Minare medreselerinin görkemli taç kapılarının birbirine bakıştığı, unutulmuş ismiyle Selçuklu Sokağındayız. Taş işçiliğinin insanı hayran bırakan tezyinatıyla nakış nakış dokunmuş her iki medresenin muhteşem Taç Kapıları zarafetin estetiğin harika görünümüyle hepimizi büyülüyor. Ve fotoğraflar çekiyoruz bir biri ardına… Birisi 1217 diğeri 1271’de yapılmış bu ilim ve eğitim merkezlerinin mimari tasarımını ve sanat işçiliğini anlatmaya kelimelerin yetmeyeceğini fark ediyorum. Bundan yaklaşık 800 yıl önce ecdadımızın ilme verdiği değer ve önem, eğitim binalarının inşasında abidevi birer sanat harikasıyla taçlanmış. Medeniyet tarihimizin eşsiz örnekleri, çağların ötesinden geleceğin ufuklarına bırakılan birer miras olarak misafirlerimizi derinden etkiliyor. Hat sanatından bitkisel motiflere, geometrik desenlere her bir karesi ilmek ilmek işlenmiş, her noktasında anlamlı bir düşüncenin fikri derinliğini nakşetmiş ve tüm bunları taşın kalbine işleyerek ebedileştirmiş sanatkârları takdirle yâd ediyoruz.

Medreselerden sağ tarafımızdaki yapı sadece ön cephesi, taç kapısı ve minareleriyle ayakta kalmış şehrin mimari simgesi olan Çifte Minare… İslami bilimlerin okutulduğu eğitim kurumunun ana mekânı tamamen yıkılmış. Sol tarafımızda ise Şifaiye Medresesi, günümüzün tıp fakültesi olan bu yapı, eğitimiyle ve hastanesiyle abide bir eser… Hastaların tedavi edildiği Anadolu’nun en büyük şifahanesi ve tıp derslerinin verildiği bir eğitim merkezi burası. Her ikisinin de ön cephelerinde yer alan taç kapıları ise tasarımından tezyinatına mimari açıdan birer şaheser… Muhteşemler…

Ve Selçuklu tıp sitelerinin ve hastanelerinin en büyüklerinden biri olan Şifaiye’nin ön cepheye nazaran dışa çıkıntılı görkemli kapısından giriyoruz içeri. İki tarafında odaların yer aldığı giriş aralığından geçip dört eyvanlı revaklı üstü açık avluya geçiyoruz. Dikdörtgen planlı yapının ortasında geniş bir avlu yer alıyor, avlunun ortasında ise havuz… Avlunun her iki tarafında sağlı sollu yer alan revaklar ve ardında zamanında dershane şimdilerde hediyelik eşya dükkânı olarak kullanılan küçük kapılı yüksek tavanlı odalar yan yana sıralanmış durumda. Ana eyvanın her iki yanında ise büyük salonlar yer almakta. Güney revaklarının orta kısmında ise sultanın kabrinin bulunduğu özel olarak tasarlanmış türbe yer alıyor. Sivri külahlı tuğla örgülü ve tezyin edilmiş kubbesiyle ana yapıdan oldukça yüksek. Türbenin ön cephesi tezyinatıyla dikkat çekiyor. Öyle ki tamamen tuğla örgülü; kufi yazı dekorlarıyla firuze, beyaz, mor ve lacivert renklerde çinilerle tezyin edilerek muhteşem bir sanat eseri oluşturulmuş cephesinde. Küçük kapısından türbenin içine girildiğinde 13 sanduka yer alıyor. Mihrabın önündeki İzzettin Keykavus’un kabri bir kısmı tahrip olmuş mavi beyaz desenli çinilerle kaplı.

Kıble tarafındaki mihrap ve kubbe içi yine Selçuklu çinilerinin nadide örnekleriyle tezyin edilmiş.

Sultanın kabrinde ise dünden yarına yaşayan tüm insanlara ders verecek nitelikte bir şiir yer alıyor. Bir devre ve geniş bir coğrafyaya hükmeden güçlü ve etkin Selçuklu Sultanı kabrindeki şiirle insanlara dünya hayatı ve ölümü seslendiriyor: “Biz sarayların geniş mekânlarından, kabirlerin dar bölmelerine getirildik. Vah! Ne yazık ki bu ölüm hadisesinde geçici olan dünyadan el çekip ahirete göçtük”

Şifahanenin eyvanlarında ve sayısı otuzu aşkın revak arkası odalarında bugün hediyelik eşyaların, gümüş takımlarının satıldığı mekânları geziyor ve nihayetinde Buruciye Medresesine doğru yol alıyoruz.

Taşın hamur gibi yoğrulduğu, ilmek ilmek nakşedildiği medreseler arasında yürürken bir insan ömrünün değil medeniyetin 800 yıllık eserlerine tanık oluyor insan… Dün ve bugün arasındaki sarkaçta zihnimizde, gönlümüzde ve insanoğlunun boğuştuğu karmaşalar alaborası da gel-git arasında savuruyor bizi.

Koşturmacanın ruhumuzu kuşattığı bir dünyada yaşıyor günümüz insanı.

Bazı mekânlara girdiğimizde bir sükûnet çöker üzerimize, bir huzur kaplar her bir yanımızı. Telaşalı caddelerden, zihnimize yüklenen sorunlar yumağından sıyrılırız bir an… Buruciye’nin, Şifaiye’nin o görkemli kapısından taş kemerli, sütunlu eyvanlı bir eski zaman mekânına girince hissettiğimiz o tarifsiz dinginlik gibi… İşte böylesi duyguların bizi kuşattığı bir ruh haliyle girdik Buruciye Medresesinden de içeriye.

Buruciye, Sivas’ta aynı yıl içinde yapılan üç medreseden biri. Tipik Selçuklu tarzı bir yapı, kareye yakın dikdörtgen planlı kesme taştan, ortası açık avlulu, üç tarafı revaklı, eyvanlı, taç kapısının figürleri, desenleri ve şekilleriyle tezyin edilmiş görkemli bir anıt eser… Dışa taşkın taç kapısının yanlarındaki mukarnaslı iki penceresi ve köşelerdeki yivli kuleleriyle, simetri ve estetik mimari anlayışının tezahürü. Medrese avlusuna girdiğimizde sol tarafta bulunan mavi ve siyah çinilerle süslü türbede binayı yaptıran Muzaffer Burucerdi ve çocuklarının mezarlarını ziyaret ediyor, Fatihalar okuyoruz.

Buruciye’nin sağ tarafındaki eyvana geçiyoruz. Sırtlarımızı taş duvara yaslayarak bir U düzeninde oturuyoruz hep birlikte… Öylesine rahat, öylesine huzur içinde… Hayatın ve zamanın bizi kuşatan yığınlarından arınmış, sükûnetin iklimi hep sürsün istediğimiz bir huzur haliyle… Kahvelerimizi yudumlarken gözlerimiz medresenin taş kemerlerinde mi, sütunlarında mı yoksa tarihin çok derinliklerinde buradan geçip gitmiş onlarca neslin serencamında mı bilemiyoruz. Gözlerimiz ve zihnimiz yitik zamanı, silik siluetler halinde seyrediyor adeta. Hiçbir kelime bu duygu yoğunluğunu tarif edemez sanırım… Bir şehrin tarihine sessiz bir yolculuk sanki bu… Belki gezimizin verdiği yorgunluk, belki ruhumuza sinmiş bir rehavet…

Durup mekânı dinlemek huzur veriyor insana. Böylesi bir köşeye sessizce oturup, buğusu savrulan çayı içerken, tarihin içinde kendimizi dinliyoruz, zamanın ötesine ve zeminin derinliğine dalıyoruz herhalde.

Buruciye’de bu duygularla hemhal olduk bir müddet…

Sivas şehir meydanı, tarihin dünden bugüne yansıyan canlı açık hava sanat galerisi adeta. Ne tarafa dönsek asırların ötesi…

Ve Kadı Burhaneddin… Sivas’ta kendi adıyla devlet kuran bir sultan. Kendi adına hutbe okutan, para bastıran ve Timur’un Anadolu’yu istila seferinde çekindiği cengâver bir hükümdardır Kadı Burhaneddin… Bugün kendi adıyla anılan mahalledeki mezarını ziyaret ediyoruz misafirlerimizle… 1960’lı yıllarda baldekan tarzında yapılan bir türbede medfun devrin sultanı… Sivas şehir surlarını güçlü şekilde tahkim ettiren, yanında bulundurduğu bir tarihçiye gün be gün dönemin tarihini yazdıran Kadı Burhaneddin güçlü bir divan şairi, ilmiyle önde olan bir âlim ve kadıdır aynı zamanda… Tarihte iz bırakan Sultanın kurduğu devlet, Anadolu’da geniş bir coğrafyaya sınırlarını genişletmiş ancak 18 yıl devam edebilmiştir. Bir cenk sırasında daha 40 yaşında vefat etmiştir, tıpkı şiirinde söylediği gibi…

Özünü aşağ gören serdâr olur

Enelhak davî kılan berdâr olur

Oldur er Hak yoluna baş oynaya

Döşekte ölen yiğit murdâr olur

 

YORUM YAP